İsfahan

8. Gün 3 Mayıs 2019 Cuma

Şah Abbas’ın şehri denilen, İpek Yolu üzerinde bulunan bu eski İran başkenti doğunun en büyük şehriydi.

Tarih boyunca sanat, edebiyat ve felsefenin merkezi olmuş bir şehir burası. Güzelliğinin dünyaya bedel olduğunu ona “Nefse Cihan” yani dünyanın yarısı diyerek ifade etmişler.

İsfahan’ın güzelliğini anlatmak için bir İran şairi, “Ben gittim, İsfahan’da yüz dünya gördüm” der.

Şehrin ilk kaydedilen altın çağı, 11. yüzyılda Orta Asya’dan Selçuklu Türklerinin gelişine kadar uzanmaktadır. Tuğrul Bey tarafından başkent yapılan şehir, torunu I. Melik Şah döneminde de ihtişamlı bir yer olmuş.

Şehrin ikinci altın çağı ise Şah I. Abbas’ın şehri başkent yapışı ve imarı ile gerçekleşmiş. Ermeni kentini ve esnafını ithal ederek, Katolik rahipleri ve Protestan tüccarlarını karşılayarak şehri  küresel bir metropol haline getirdi. Yahudi ve Zerdüşt topluluklara karşı hoşgörülü idi. İsfahan’ı ilk Şii İmparatorluğu’nun siyasi başkenti olarak kurmaya çalıştı ve Lübnan’dan kentin dini kurumlarını güçlendirmek için teologlar getirtti.

Yeni başkentte birçok sanat gelişti. Minyatüristler, halı dokumacıları, kuyumcular ve çömlekçiler, geniş caddeler boyunca uzanan konakları ve sarayları güçlendiren güzel eserler ortaya çıkardı.

İtalyan seyyah Della Valle de 1617 yılında İran’a ilk geldiğinde ülkeyi şöyle tasvir ediyordu: “Ülke huzurlu, coğrafyası muhteşem, asayiş iyi. Yoğun bir nüfus var. Çadıra gerek yok çünkü her yerde yolcular için yapılmış kervansaraylar var. Topraklar ekiliyor. Nar, elma ve üzüm gibi meyveler bol. İran halkı kibar ve nazik. Özellikle yabancılara karşı çok inceler.”

“Müslüman olmalarına rağmen rahatlıkla şarap içiyorlar. Orduda, sarayda, kırsalda Türkçe konuşuluyor. Türkçe konuşan İranlı kadınlar var. Türkçe, Farsça’yı da etkilemiş. Her tarafta Türkçe konuşulmasının sebebi Kızılbaşların Türk olması. Ülkedeki soyluların çoğu da Türk. Dillerini iyi muhafaza etmişler. Hatta Şah bile Türkçe konuşuyor.” (Doç. Dr. Cihat Aydoğmuşoğlu, Ankara Üniversitesi, Şah Abbas Devrinde İran’da Sosyal ve Kültürel Hayat)

İran’ın en büyük üçüncü şehri olan İsfahan, resmi başkent olamasa da tarihi ve kültürel açıdan ülkenin başkenti olmaya devam ediyor.

Cuma Cami (Ulu Cami)

(Güney ve batı eyvan)

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alıyor. Dünyanın en eski 10 camisinden biridir.

Şehrin bu kuzey bölgesinde daha önceden Abbasiler’den kalma bir cami vardı. Sünni İslam’ı kabul eden Selçuklular, Abbasi halifesi tarafından yaptırılan camiyi tamir etmenin bir onur olduğunu düşündüler ve yoğun bir inşaat faaliyetine başladılar. Cami, Sultan Melikşah adına veziri Nizam ül-Mülk tarafından yaptırılmıştır.

Binanın ilk inşası Abbasiler’e ait olmasına rağmen, eklentileri nedeniyle Selçuklu mimarisinin şaheseri olarak kabul edilir. Selçuklu eseri olduğu için de Arap mimarisinden farklı olduğu hemen göze çarpıyor. Mavi çinilerin hakim olduğu bu güzel eser Özbekistan’ı hatırlatıyor.

Selçuklular Cami’yi bağımsız bir yapı olarak değil, şehir planının ayrılmaz bir parçası olarak algıladılar. Şehrin merkezini de bu kompleksin etrafında kurdular. Böylelikle Selçuklular, Safevi dönemi’nde daha da geliştirilecek olan şehir meydanı kavramını başlattılar.

Cami’ye eyvan eklenmiş ve Sasani saraylarının dört eyvanlı kare/dikdörtgen formda avlu düzeni İslam dini mimarisine uyarlanmıştır. Bu plan daha sonra İran’daki camileri etkiledi ve model oluşturdu.

Avlunun dört tarafını çevreleyen dört eyvan, birbirinden farklıdır ve her biri kendi döneminin özelliklerini yansıtır.

Güney tarafındaki eyvan en ihtişamlısıdır. Moğol dönemi mimari özelliklerine sahiptir. Üzerindeki mozaikler 15. yüzyıldan kalmadır.

Safeviler tarafından eyvanın iki tarafına yerleştirilen minareler ile yapı daha büyük hale getirilmiş ve vurgulanmıştır. Bilinen en eski ikiz minareli camidir.

Komplekse karakterini veren iki kubbeli bölüm bu dönemde eklendi. 

Nizam ül-Mülk Kubbesi; Güney cephedeki mihrap kubbesidir. Nizam ül-Mülk tarafından inşa edilmiştir. Bu kubbe, zamanının en büyük kubbesiydi. 

Kerpiç malzeme çok kullanılmıştır.

Sütunlar ormanı gibi bir manzara hakim.

Batı eyvanı; Selçuklular döneminde yapılmıştır.

Mavi ağırlıklı çok renkli çinilerin kullanıldığı dış cephe, hat yazıları ile de göz alıcı.

Batı cephesinde 1310’da Moğol Hanı Olcayto Han tarafından yaptırılan Mihrab; taş üzerine kufi yazısıyla ince ince işlenmiş surelerden oluşur ve harikulade görünümdedir. Ahşap bir minber de bulunur.

Kuzeydeki eyvan, Selçuklu dönemine aittir ve üzerindeki yazılar, kufi tarzıyla yazılmış bir hat sanatıdır.

Böylesine önemli bir yapıda, Selçuklu İmparatorluğu tebaasının önemli bir bölümünü oluşturan Şafi mezhebini göz ardı etmeyen Melikşah, Nizam ül-Mülk’ün Şafi rakibi Tac ül-Mülk’e de kuzey cephesine,  kaburgalı kubbeyi yaptırma iznini vermiş. Gerek kubbenin üzerine bindirildiği duvarlar ve gerekse kubbenin yapımında kullanılan tuğlaların yerleştirilme şekli, Nizam ül-Mülk bölümüne kıyasla çok daha karmaşık ve estetik bütünlük içindedir.

Melik Şah’ın daveti ile İsfahan’a gözlemevi kurmak için gelen, Nizam ül-mülk’ün arkadaşı Ömer Hayyam’ın kuzey kubbesini tasarladığı rivayet edilir.

İleri teknik yeteneği ve işçilikle yapılmış yaklaşık 200 tonoz bulunmaktadır. 

Tarihi I. Şah Abbas dönemine kadar gidiyormuş. Hristiyanların ticaretteki, girişimcilikteki ve sanattaki becerilerini takdir eden Şah, dönemine göre büyük bir hoşgörülükle onları İsfahan’a yerleştirmiş, burada kendi ibadetlerini özgürce yapmalarına izin vermiş. Burada hala çok sayıda Ermeni yaşıyor.

Vank Katedrali

II. Şah Abbas’ın desteği ile yapılan katedralin içinde renkli çini gibi İslami malzemeler ve süslü Hristiyanlık freskoları birlikte kullanılmış. İç mekan duvarlarını süsleyen dinsel resimler, batı sanatının geçmişte İsfahan’daki önemli varlığının kanıtı. Eski Ahit, İsa’nın yaşamından sahneleri konu alan bu resimler, doğu kilisesi ikonografisinin batılı üslupla gerçekleştirilmiş az sayıda örneklerinden.

Kilisenin müze bölümünde o dönemin resimleri, matbaaları, teleskopları vb. bulunmaktadır.

Burayı gezerken gördüğümüz bir tablo karşısında donakalıyoruz. Işıklandırılmış bir Türkiye haritası içinde sözde Ermeni soykırımı bölgeleri gösteriliyor ve Osmanlı İmparatorluğu kınanıyor.

Kilisenin duvarlarında ve müzede Türkiye aleyhtarı afişler asılı.

İlaveten kilisenin bahçesinde 1975’te yapılmış bir sözde soykırım anıtı mevcut.

Savaş içinde olduğumuz bir dönemde yaşanan bazı olaylar üzerine -üstelik arşiv belgeleri ile kanıtlanamamışken- böyle kutsal bir mekanın içine, kin ve nefret tohumları saçacak şekilde beyanların yerleştirilmesi ve buna İran’ın müsaade etmesi akla, hayale sığmıyor.

Kiliseden sonra biraz mola veriyor bir kafeye gidiyoruz.

Sonrasında bir müze ziyaretimiz var.

İsfahan Müzik Müzesi

Müzeyi; iki ünlü İranlı müzisyen, 20 yıl boyunca İran’da topladıkları  yaklaşık 300 çeşit geleneksel İran müzik aleti toplayarak kurmuş. 

Müzeye girdiğimizde önce bir dinleti salonuna aldılar bizi.

7 müzisyen, bendir, santur, darbuka ve yöresel enstrümanlardan oluşan saz aletleri ile 20 dakika kadar konser verdi.

Ardından yine kendileri İngilizce (dilerseniz Fransızca) rehberlik ederek müzeyi gezdirdiler.

Bazı enstrümanların nasıl çalındığını görebilir, medya ve ses ekranı yardımıyla yaptıkları sesi dinleyebilirsiniz.

Müze, 2016 yılında ICOM (Uluslararası Müzeler Konseyi)’nden iki uluslararası ödül aldı.

Aynı yıl Müze, İran’ın Kültürel Mirası, El Sanatları ve Turizm Organizasyonu’ndan ülkenin “En İyi Özel Organize Müzesi” unvanını aldı.

İsfahan’ın Köprüleri

Şehrin içinden geçen Zayende Nehri üzerinde İsfahan’ın farklı dönemlerine ait birçok tarihi köprü var.

Bu köprülerden en eskisi Şehristan Köprüsü. 13 kemerli taş ve tuğla yapısının büyük bölümü 12. yüzyıldan olsa da köprünün temeli Sasaniler’den (3-7. yüzyıl arası) kalma olduğu için Sasani mimarisini yansıtıyor.

Si-o-se Pol (33 Gözlü) Köprüsü

298 metre uzunluğunda, Şah I. Abbas’ın en ünlü generallerinden Allahverdi Han tarafından 1599-1602 yılları arasında inşa edilmiş. Şehrin sembollerinden biri. 33 kemerlidir. 33 ayaklı üst üste binmiş iki sıradan oluşur . Siose 33 demektir. Kutsal bir sayıdır. Safevi köprü tasarımının en ünlü örneklerindendir. Araç trafiğine kapalıdır. Köprüdeki küçük kasır Şah manzarayı seyretsin diye yapılmış.

Akşamüstü serbest zamanda yemek ve kahve ihtiyacımızı gideriyoruz.

Yarın Nakş-ı Cihan Meydanı’nı gezeceğiz. 

9. Gün 4 Mayıs 2019 Cumartesi

Sabah ilk gezeceğimiz yer bir saray.

Heşt Beheşt Sarayı

İsfahan’ın ünlü Çar Bah caddesi üzerinde bulunan saray Safevi Devleti Şahı I. Süleyman (17. yüzyıl) zamanında yaptırılmıştır. Sekiz cennet demektir. Bülbül bahçesinin ortasında kurulan sekizgen biçimindeki köşk 2 katlı, 20 odalıdır. Bu saray Şah Abbas’ın sekiz eşi için bir evdi. Bunlardan dördü birinci katta, diğer dördü ikinci katta yaşıyordu.

Bu saray İskender Pala’nın “Şah ve Sultan” kitabında Şah İsmail’in yaşadığı saray olarak anlatılır. (Burası Şah İsmail’den sonra yapılmış ama romanda böyle şeyler kabullenilebilir.) Romanı okuduğumdan beri hep merak ettiğim bir saraydı. Gezerken de Şah İsmail ve Taçlı Hatun’u andım.

Dört büyük tarafında, bazı uzun ve ince ahşap sütunların yükseltildiği geniş balkonlar bulunur. Her cephe birbirinden farklıdır.

Köşk duvar resimleri, delikli ahşap işleri, prizmatik aynalar, çini ve alçı işleri ile dekore edilmiştir.

Çehel Sütun Sarayı (40 Sütün Sarayı)

2011 yılında UNESCO Kültürel Miras listesine kaydedildi.

Şah Abbas İsfahan’ı başkent yaptığında muazzam bir şehir planlamasına girişiyor. Etrafını bahçelerle süslediği ana cadde “Char Bagh” (Dört Bahçe) üzerinde yapılar planlanıyor. (Bugün bu cadde üzerindeki bahçelerden sadece Heşt Beheşt ve Çehel Sütun Saraylarının bahçeleri kalmıştır.)

Bunlardan biri de Çehel Sütun Sarayı. 1588’lerde planlanan saray ancak II. Şah Abbas zamanında (1647) tamamlanıyor. Nakş-ı Cihan Meydanı’nın çevresinde bulunan bir yapı bu. Ali Kapu Sarayı’nın biraz arkasında yer alıyor.

Bahçeye girince doğu batı ekseninde 110 metre uzunluğunda bir havuz karşılıyor ziyaretçileri. 110 ebced hesabında “Ali” kelimesinin sayısal değerine karşılık geliyor.

Sarayın tasarımında Çin, İran ve Avrupa mimarisinden esinlenilmiş. Sarayın girişinde yüksek tavanlı bir sundurma bulunuyor. Süslemeleri ve planı ile sarayın ihtişamı vurgulanmak istenmiş. Yüksek tavan hafif olması için ahşaptan yapılmış ince, zarif ahşap sütunlar tarafından taşınıyor. Sütunlar 20 adet. Havuza yansımaları ile 40 adetmiş gibi görünüyorlar. Kırk anlamına gelen ve saraya ismini veren “çehel” kelimesi buradan kaynaklanıyor. Diğer yandan İran’da çehel (40) sayısının genel olarak çokluğu ifade ettiğini belirtmek gerekir. Bu nedenle, böyle inanılmaz bir yapı inşa etmenin arkasında büyük bir tefekkür olduğunu düşünebiliriz.

Bahçedeki heykelleri Avrupa saraylarının bahçelerine özenerek yerleştirildikleri kabul edilir. Çünkü Pers bahçelerinde heykel yoktur. Havuzun köşesindeki aslanlı kadın heykelinin ilginç bir hikayesi var.

Sasani Kralı Bahram, ava gitmeyi çok severmiş. Çıktığı av partilerinden birinde yanındakilere gösteriş yapmak için zebranın kulağını okuyla ikiye ayırmış. Yanındakiler şaşkınlıkla bakarken ikinci bir okla ön ayağı ile kulağını tutmakta olan hayvanın ayağını kulağına mıhlamış. Herkes sultanı tebrik ederken genç cariyelerden bir tanesi, “İnce iş çok talim ister” demiş. Bu laftan hoşlanmayan Bahram, vezirlerinden birine genç kızı götürüp öldürmesini istemiş. Ancak adil bir insan olan vezir bu çok akıllı, cesur ve güzel kızı öldürmeye kıyamayıp haremine almış. Ancak sözünü esirgemeyen bu genç kıza, her gün sarayının önündeki yokuşu bir buzağı ile tırmanma görevini vermiş. Zamanın içinde yokuş aynı kalmış ama buzağı giderek büyüyerek kocaman bir inek olmuş. Kızcağız ise kazandığı alışkanlıkla kocaman bir inekle bile yokuşu kolayca tırmanır olmuş. Bilge vezir sonunda bir akşam yemeğine Bahram’ı davet etmiş. Yemek sırasında genç ve çelimsiz bir kızın yokuşu sırtında kocaman inekle tırmandığını gören Bahram bu işi nasıl başardığını sorunca aldığı cevap, “İnce iş çok talim ister” olmuş. Durumu anlayan Bahram, genç kızı da veziri de bağışlamış.

Sundurma tavanında İran’a özgü incelikli bir sanat: hatem sanatı.

Şah, sarayı özel kabulleri ve eğlencesi için yaptırmış. Belki de o yüzden sıcak görünüme sahip bir saray.

Muazzam salonların duvarlarını süsleyen çiniler ve fresklerde zamanın önemli olayları anlatılmış. (Ne yazık ki çini panoların bir kısmı batılı ülkelerin müzelerinde sergileniyor.)

En ünlü tablo Safevi Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu arasında, Safeviler’in yenilgisi ile sonuçlanan Çaldıran Savaşı. Açıklayıcı tabelalarda da belirtildiği gibi Safeviler atları ile, kılıç vb. silahlar kullanırken, Osmanlılar top kullanmış ve savaşı kazanmıştır.

1646’da Özbek Kralı için yapılan bir resepsiyon, 1611’de Buhara Emiri onuruna yapılan bir şölen gibi tarihsel olayları betimleyen eserlerin yanı sıra, içeriği pek tarihsel olmayan, geleneksel minyatür tarzında yapılmış daha estetik kompozisyonlar da bulunmaktadır.

İran’da dekoratif bir sanat olan ayna çalışması bu Saray’da başlamış. Başlangıçta tüm cepheler aynalarla kaplıymış. El yapımı aynalar Venedik’ten gemilerle geliyormuş. 19. yüzyılda İngiliz diplomat J. Morier bu saray için şöyle yazıyor: Uzaktan, kakma aynalarla tüm yapı camdan yapılmış gibi görünüyordu.

Hala 350 yıllık, kavisli desenli ayna çalışmaları görülebilir.

Abbasi Otel

Akşam yemekten sonra meşhur Abbasi Otel’e gidiyoruz. Abbasi Otel, 17. yüzyıl sonlarında Safevi Şahı Hüseyin tarafından yaptırılan bir kervansaray restore edilerek inşa edilmiş. Avlusu harika. Çay içip, dondurma yiyor ve tarihi içimize çekiyoruz.

Bu arada çay getiren garsonlar çay bardakları ile bir şov yapıyorlar.

UNESCO’dan dünyanın en eski oteli unvanını almayı bekliyormuş.

9. Gün 4 Mayıs 2019 Cumartesi

Artık sıra İran’ın en güzel şehrinin, en güzel meydanını gezmeye geldi.

Nakş-ı Cihan Meydanı (İmam Meydanı)

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alıyor.

Burası Çin’deki Tiananmen Meydanı’ndan sonra, 512 metre uzunluğu, 260 metre eni ile dünyadaki 2. en büyük meydan. 

Şah Abbas tarafından yaptırılmış.

Panoramik fotoğrafım gece çekilmişti. O yüzden bu fotoğrafla anlatayım.

Meydanın güney kanadında; (yani tam karşıda) çinilerle süslenmiş  olan İmam Cami, doğu kanadında (solda kubbeli yapı) görkemli işlemelere sahip Şeyh Lütfullah Mescidi ve batı kanadında ise etkileyici bir iç tasarıma sahip müzik odası ile, ünlü Ali Kapu Sarayı gibi üç muhteşem eseri barındırıyor.

Kuzey kanadında ise (fotoğrafın çekildiği taraf) Kayseri Çarşısı’na (Büyük Pazar) giden çini süslemeli Kayseri Kapısı bulunuyor. (Aşağıdaki fotoğraf)

Meydan; Şah Abbas’ın, din, ticaret ve merkezi yönetim olmak üzere ülkenin en önemli üç gücünü elinde bulundurmasını simgeliyormuş.

Meydanın ortasındaki havuzu Şah Rıza Pehlevi yaptırmış. Akşam ışıklandırıldığında meydan masalsı bir atmosfere bürünüyor.

Her ne kadar aralarında büyüklük farkı olsa da, çevresindeki cami mimarisinin benzerliği nedeniyle burası bana Semerkant’ın Registan Meydanı’nı hatırlatıyor. Bize aşina olan, zerafeti doruklarda, Türk elinin değdiğini gösteren eserler bunlar.

Meydanın orta yerinde ve küçük bir bölümünü kaplayan havuzu hesaba katmazsak orta alan tamamen park olarak düzenlenmiş. Geçmişte, bu havuzun olmadığı devirde bu alanda polo oynanırmış. İran’da çok eski zamanlardan beri bilinen bu spor daha sonra İngilizler tarafından İran dışına taşınmış.

Meydanın etrafındaki binaların arasındaki boşluklar, tamamı tek tip tasarımlı kemerli, iki katlı binalar ile doldurulmuştur. Buralarda dükkanlar bulunuyor.

Meydanın içerisindeyken, dışarıdan herhangi bir bina görülemiyor. Böylece bölünmeden tarihi hissetme fırsatı buluyorsunuz.

İmam Cami (Mescid-i İmam, Şah Cami)

İran mimarisinin başyapıtlarından biri kabul edilen cami meydanla birlikte UNESCO listesinde.

Bu cami aynı zamanda İran’daki en güzel cami olarak kabul ediliyor.

Yapımına Ali Akbar İsfahani tarafından 1611 yılında başlanan caminin 1629’da bitmesine aylar kala Şah ölmüş. Şah burada hiç ibadet etme fırsatı bulamamış.

Cuma namazı Şah Camisi’nde kıldırılıyor. Cami tamamlanana kadar cuma namazları Selçuklu Camisi’nde (Cuma Cami) kılınıyordu. Şah Abbas Şiiler’in bu camiyi tercih etmeleri için Necef’deki Hz. Ali Türbesi’nin kapılarını buraya taşıtmış. Oraya da altın kapılar taktırmış. Görmek için gelen Şiiler’in sonraki tercihi de burası olmuş.

Caminin kıble yönü avlunun köşesine geldiğinden, meydanın simetrik yapısını bozmamak için girişten sonra mihrabı kaydırmışlar. Meydandan girince camiye yönelmek için sağa dönülüyor.

Cami, 27 metre yüksekliğindeki eyvan yanında, 42 metre yüksekliğinde 2 minare ile taçlandırılmış.

Caminin en önemli özellikleri; turkuaz çinileri, hatları, ahşap şerefeli minareleri ve akustiği.

Renkli mozaik çiniler Yezd’den getirilmiş. Hatların sanatkarı ise ünlü Rıza Abbasi.

Girişteki mermer kazandan özel günlerde şerbet dağıtılmaktadır.

Merkez kubbenin içi ve dışı seramik.

Caminin akustiği mükemmelmiş. Güner abi sağolsun akustiğin en uygun noktasında durup bir ezan okudu ve anın ruhaniyeti ile sarmalandık.

Canlı renkli çiniler bizi bizden aldı. Düşük nem sayesinde renkler bozulmadan kalabiliyormuş.

Ekip biraz yoruldu 🙂

Bir kahve molası verelim.

Şeyh Lütfullah Cami

 

(Ali Kapu Sarayı’ndan Şeyh Lütfullah Cami)

Meydandaki dört önemli yapıdan ilk inşa edileni. Şah I. Abbas zamanında, 1602-1619 yılları arasında tamamlanmış.

Şah’ın kayınpederi ve aynı zamanda ülkenin dini lideri konumunda olan Lübnanlı din alimi, felsefeci Şeyh Lütfullah’a adanan bir cami.

Halka açık olan İmam Cami’nin aksine burası sadece saray ahalisine özelmiş. Şeyh Lütfullah burada din adamlarına ders verirmiş. Bu nedenle de hem diğer camilere oranla daha küçük hem de halkı namaza çağırmaya yarayan minareler olmadan tasarlanmış. Ayrıca Şah ve ailesinin, Ali Kapı Sarayı’ndan camiye gitmek için meydandan geçmemesi için ikisini birbirine bağlayan bir tünel de varmış. Böylece Cami yıllarca halka kapalı olduğundan ancak yüzyıllar sonra bu güzel camiyi görme şansına sahip olabilmişler.

Şah Cami ile karşılaştırıldığında çok küçüktür. Avlu ve iç mekan yoktur. Binanın kendisi, kare bir kubbe odasına oturan düzleştirilmiş bir kubbeden oluşmaktadır. Bununla birlikte, basit yapısının aksine, hem iç hem de dış dekorasyonu çok zengin ve inceliklidir. Yapımında en iyi malzemeler kullanılmış ve en yetenekli ustalar çalıştırılmıştır.

İmam Cami gibi Şeyh Lütfullah Cami de girişteki kavisli yol ile ziyaretçileri kıbleye doğru yönlendiriyor. Bu loş giriş yolunun bir amacı da dışarıdaki güçlü ışıktan loş camiye geçişi kolaylaştırmaktır. 

Bir çok batılı seyahat yazarı buradaki süsleme sanatından daha görkemlisini görmediklerini söyler. Yapı, heybetli görünüşü, duvar ve kubbe süslemeleri ile şahın gücünü ve ihtişamını anlatmak üzere tasarlanmış.

Çinilerin mavi, sarı ve krem renkleri tüm dünyada benzersizdir. İşlemeler ve hatların bir kısmı Rıza Abbasi tarafından yapılmıştır. Süslemelerinde, çiçekler, kuşlar ve hayvan figürleri göze çarpıyor.

Kubbenin iç tarafının ortasındaki “tavus kuşu” caminin eşsiz özelliklerinden biridir. Salonun giriş kapısında durup kubbenin merkezine bakarsanız, kuyruğu tavandaki delikten gelen güneş ışınları olan bir tavus kuşu görülebilir.

Ali Kapu Sarayı

I. Şah Abbas tarafından 16. yüzyılın sonunda inşa edilmiş, bizdeki Bab-ı Ali’nin (Yüce kapı, Devlet kapısı) karşılığı olan Ali Kapu Sarayı, ilk yapıldığında 4 katlıyken, II. Şah Abbas zamanında genişletilmiş ve üst kata müzik odası inşa edilmiştir. 17. yüzyılın en güzel ve en yüksek binasıdır.

Batı cephesinde Çehel Sütun ve Heşt Beheşt Sarayı ile komşudur.

Şah dahil herkes İmam Ali’ye saygısından saraya girdiklerinde atlarından inerlermiş.

Kabul salonunun alçı üzerine yapılmış duvar süslemeleri göz alıcıdır.

Altı katlı sarayda en ilgi çeken yeri, ince ve zarif sütunlar üzerinde konumlanan teras. Şah, meydana hakim konumdaki terastan polo maçlarını, gösterileri, kutlamaları, törenleri ve at yarışlarını seyredermiş.

Alçı işlemeler ve minyatürlerin bir kısmı Rıza Abbasi’ye ait. Duvar ve tavanda, çiçek ve hayvan motiflerinin ağırlıklı olduğu  resimler görülüyor.

Merdivenler biraz dar ancak çinileri ile göz alıcı.

Altıncı kata “Müzik Salonu” bulunuyor. Odanın içinde ahşap oyma işçiliği sadece dekoratif amaçlı değil aynı zamanda akustiği sağlamak için yapılmış. Bu salon özel partiler, müzik topluluğu ve şarkıcıların konserleri için kullanılmış.

Büyük Çarşı (Kayseri Çarşısı)

Büyük Çarşı’nın Nakş-ı Cihan Meydanı’na açılan ana kapısı, dekoratif  mozaiklerle süslü Kayseri Kapısı’dır. Bu nedenle pazarın bir diğer ismi de Kayseri Çarşısı. İran’ın en önemli ve en tarihi pazarlarından biri. Tarihi 11. Yüzyıla kadar giden Büyük Çarşı Ortadoğu’daki en eski ve büyük çarşılar arasında yer alıyor.

İran’ın en güzel ve en ünlü İsfahan halıları burada satılıyor. Yöresel el işleri, her çeşit baharat, sebze, meyve, hediyelik eşyalar vb. ne ararsan var.

Evet çoook güzel bir geziydi.

Daha önce birlikte seyahat de ettiğimiz eski dostlarımızın bu gezide bizimle olması, İran’da çok sayıda Azeri Türk’ünün olması, her yerde güler yüzlü, cana yakın İranlılar’ın varlığı, iyi bir turla seyahat ve mükemmel bir rehbere sahip olmak gezi memnuniyetimizi arttırdı.

İnşallah Azeri Türkler’inin yoğun olduğu Tebriz başta olmak üzere kuzey İran’a da bir tur yaparız.

Şimdi sizleri Nakş-ı Cihan’ın gece aydınlatması ile masalsı bir aleme bürünmüş fotoğraflarıyla baş başa bırakıyorum.

Başka gezilerde tekrar buluşmak ümidiyle.

Sağlıklı kalın.

Gezisiz kalmayın…

Kayseri Kapısı tarafında üst katta, meydana hakim bir kafe var. İsfahan’a yolunuz düşerse muhakkak girip çay ve tatlı eşliğinde bu harika manzarayı seyredin.

 

 

 

0

One thought on “İsfahan

  1. Ömeri Faruk Otçeken says:

    Elinize sağlık bir kez daha bilgi ile gezmeyi bize sağladığınız için mükemmel bir sunum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir