Konya

KONYA

Konya ülkemizin önemli şehirlerinden biridir.

Nedenlerinden birincisi; Tarihi Neolitik çağa kadar (M.Ö. 6800) uzanan, insanlık tarihinin ilk yerleşim yerlerinden biri olan Çatalhöyük’ün bu ilin sınırları içinde bulunması. Ve burası UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer almaktadır.

Yine; İncil’de adı geçen Hatunsaray (diğer isimleri Kilistra veya Lystra) bu ilimizdedir.

Ayrıca ünü kıtalar aşan sûfi Mevlâna da bu şehirde yaşamıştır.

Ve sanki her vuslat yıl dönümünde çağırır bizi. “Gel. Ne olursan ol gel”.

Konya Tarihi

M.Ö. 6000’li yıllarda bölgede yerleşim merkezi kurulduğu anlaşılmıştır.

Eski çağlarda “İkonium” olarak isimlendirilmiştir.

Bir rivayete göre ise Horasan bölgesinden Anadolu’ya göç eden iki evliyadan biri Konya’nın bağlık ve bahçelik manzarasını görünce “Buraya konalım mı?” demiş. Arkadaşı ise “Kon ya!” demiş ve bu isim şehrin ismi olarak kalmış. Konya, Türkler’e 211 yıl başkentlik yapmıştır.

Tarih boyunca Hititler, Frigler, Roma ve Bizans, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri’nin hakimiyetinde kalmıştır.

Selçuklu Devleti hükümdarı Süleyman Şah tarafından fethedilen Konya, Anadolu Selçuklu Devleti kurulduktan sonra bu devletin hakimiyetine girmiştir.

1074 yılında kurulan ve başkenti İznik olan Anadolu Selçuklu devleti I. Haçlı Seferi sonunda İznik’i kaybedince, başkent Konya’ya taşınmış ve günden güne gelişen, pek çok mimarı eserle süslenen şehir, kısa zamanda Anadolu’nun en gelişmiş şehirlerinden biri haline gelmiştir.

1277 yılında Karamanoğulları Beyliği yönetimine girmiş ve Fatih Sultan Mehmet’in Karamanoğlu Beyliğine son vermesi ile Osmanlı hakimiyetine geçmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Yavuz Sultan Selim tarafından Hz. Mevlâna’nın türbesi yenilenmiştir.

Ayrıca, II. Selim zamanında Konya’ya çeşitli yatırımlar yapılmıştır.

II. Abdülhamit zamanında da demiryolu getirilmiştir.

I. Dünya savaşından sonra çok kısa bir süre İtalyan işgaline uğrayan şehir bunun dışında herhangi bir yabancı ülke işgaline maruz kalmamıştır.

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de önemli kervan yollarının geçtiği bir il olarak yoğun ticari faaliyetlere sahne olmuştur…

Evet yine bir Şeb-i Arus dönemi ve ara ara geldiğimiz, güzel, ruhani Konya şehrimizdeyiz.

Yaklaşık 20 kişilik bir grupla Mevlâna’yı ziyaret etmek, Âyin-i Şerif’e katılmak ve 1,5 günde toplamda 16 yeri gezmek üzere hazırız.

Gezimize vazgeçilmez şefimiz Ali Vefa eşliğinde başlayalım.

Sabahın erken saatlerinde Sille’de kahvaltımızı yaptıktan sonra Konya’nın batısından doğusuna doğru ilerleyeceğiz.

Konya’da Gezilecek 16 Yer 

Birinci Gün:

1. Sadreddin Konevi Türbe ve Camisi

Şehrin batısında, Alaaddin Tepe’sine 1,5 km mesafede bulunan Sadrettin Konevi Cami, 1274 yılında yapılmış Selçuklu dönemine ait tarihi bir camidir.

Sadrettin Konevi (1209-1274) aslen Malatyalı olup, Konya’ya yerleşmiş, zamanın tanınmış bilginlerindendir. Muhiddin İbn-i Arabi’den tahsil ve terbiye görmüştür.

Küçük yaşta babasını kaybetmiştir. Annesinin İbn-i Arabi hazretleri ile evlendiği rivayet edilir. Konya’da yerleştiği ve ününü burada yaptığı için “Konevi” diye anılır.

Mevlâna’ya hocalık etmiş ve ona derin bir sevgi ile bağlanmıştır. Mevlâna’nın vasiyeti üzerine cenaze namazını o kıldıracakken bayıldığı için kıldıramamıştır.

Türbe, Caminin doğusundaki avludadır. Açık türbe tipinin örneğidir. Türbenin şekli Selçuklu kümbetlerine benzer. Gövde açık, kaidesi mermer işleme olan türbenin üzerinde, kafes şeklinde köşeli ahşap bir külah vardır.

2. Alaaddin Tepesi

Alaaddin Tepesi ve hemen önünde yer alan Zafer Meydanı 12. yüzyıl eserleri ile dolu bir meydandır.

Bir rivayete göre;

Sultan Alaaddin, bir cami yaptırmak ister. Ve ister ki bu cami, şehrin her yanından görülebilsin. İstanbul gibi tepelerden oluşan bir kentte, bu isteği yerine getirebilmek kolay iken, Konya gibi dümdüz bir kentte bu pek de kolay değildir. Sultanın isteğinin yerine getirilebilmesi için, öncelikle şehrin merkezine bir tepe yapmaya, sonra da bu tepenin üzerine cami inşa etmeye karar verilir. Yani, dünyanın en büyük döner kavşaklarından biri olan bu tepe, yığma yani yapay bir tepedir. Bir müddet önce yığma olan toprağın kayması sebebiyle, caminin yıkılma tehlikesi belirdiğinden, sağlamlaştırma çalışmaları yapılmış.

Peki Sultan Alaaddin, Sarayını niye tepeye yaptırmamış?

Yine rivayet odur ki; Alaaddin, cami yapımı sırasında bir gün tepeye çıkmış ve şehre bakmış. Halkın, evlerinin damlarında yarı çıplak yattığını görmüş:) Bunun üzerine sarayının tepenin eteklerine yapılmasını uygun görmüş.

Tepede yer alan ve günümüze kadar ulaşan en önemli yapı, tepenin kuzeyindeki Alaaddin Cami ve kümbetleridir.

Alaaddin Cami

Tepenin üzerinde, günümüze kadar ulaşmış en önemli eserlerden biri olan Alaeddin Cami inşaatı, Selçuklu Sultanı I. Mesud döneminde başlanmasına rağmen Sultan 1. Alaeddin Keykubad döneminde 1221 yılında tamamlanmıştır. Konya’nın en büyük ve Selçuklulardan kalan en eski camisidir.

Üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür. Bizans ve klasik devirlere ait 41 taş mermer sütunla (devşirme malzeme) desteklenmiştir.

Minber abanoz ağacından birbirine geçmiş olup Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örneklerindendir. 1155 yılında Ahlatlı Mengum Berti tarafından yapılmıştır.

Çinilerle süslü mihrabın önünde çini süslü kubbeyle örtülmüş bir alan mevcuttur. Mihrap ve kubbelerin çinileri kısmen sökülmüştür.

 Kümbetler

II. Kılıç Arslan tarafından yaptırılan avludaki büyük türbe, ongen planıyla devrin diğer mezar yapılarından farklıdır. Bu yapıda II. Kılıç Arslan, I. Alaaddin Keykubat dahil sekiz sultanın mezarı bulunmaktadır. Sultanlar Türbesinin yanında I. İzzettin Keykavus’un yaptırdığı ancak yarım kalan bir türbe daha bulunuyor. Çokgen gövdeli kümbetlerin üzeri külahla örtülüdür.

Selçuklu (II. Kılıç Arslan) Köşk Kalıntısı

1155-1192 yılları arasında II. Kılıç Arslan tarafından yaptırıldı. Daha sonraki yıllarda Kılıç Arslan’ın torunu olan 1. Alaeddin Keykubad tarafından onarılıp genişletilerek ‘Seyran Köşkü’ adını alan yapıdan günümüze tuğla örgülü bir duvar ile bunu taşıyan bir kaide parçası ulaştı.

Köşk; Selçuklular ve Karamanoğulları zamanlarında sultanların kışlık sarayı olarak kullanılmıştır.

3. İnce Minareli Medrese (Taş ve Ahşap Eserler Müzesi)

Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından hadis ilmi okutulmak üzere 1254 yılında yaptırılmıştır. Mimarı Abdullah oğlu Kelük’tür.

Selçuklu taş işçiliği şaheserlerinden olan taç kapısı üzerinde kabartmalı geometrik ve bitkisel bezemelerle birlikte Selçuklu sülüsüyle yazılmış Ayet-el Kürsi ve Fetih sureleri vardır.

Minare kaidesi kesme taşla kaplı tuğla malzeme kullanılarak yapılmış ve ön cephede akant yaprağı ile bezenmiştir. Minarede turkuaz mavi sırlı tuğlalar kullanılmıştır. Çift şerefeli minare; 1901’de yıldırım düşmesiyle birinci şerefeye kadar yıkılmıştır.

1956 yılında müze haline getirilen İnce Minareli Medresede; Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait taş ve ahşap eserler sergilenmektedir.

4. Ak Cami (Şazibey Cami)

Bu minik ve şirin cami Karatay Medresesi’nin yakınında yer alıyor. Bu nedenle görmeden geçmemek lazım.

Ne zaman yapıldığı hakkında bilgi mevcut değildir.

2007 yılında restore edilen cami; Türkiye’de, minaresinin altından içeriye girilen birkaç camiden biridir.

5. Karatay Medresesi (Çini Eserler Müzesi)

Sultan II. İzzeddin Keykavus devrinde Emir Celaleddin Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir.

Osmanlılar devrinde de kullanılan medrese 19. yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.

Anadolu Selçuklu devri çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay medresesi 1955 yılında “Çini Eserler Müzesi’ olarak ziyarete açılmıştır.

Müzede, Beyşehir gölü kenarında Kubat-Abad sarayı kazı buluntuları arasında olan duvar çinileri, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait çini ve seramik tabaklar, kandiller ve alçı buluntuları sergilenmektedir.

Kubbeye geçiş unsuru olan Türk üçgenlerinde Muhammed, İsa, Musa ve Davud peygamberlerin isimlerinin yanı sıra dört halife Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin isimleri de bulunmaktadır.

Müzenin bir odasında Celaleddin Karatay’ın sandukası bulunuyor. Selçuklu Sultanlarının kavga etmelerini önleyip birlikte devleti yönetmelerini sağlamıştır.

6. İplikçi Cami

Selçuklu döneminden kalma cami, İplikçiler Çarşısına yakın olduğu için bu isimle anılmış. Mevlâna Celaleddin bu caminin bitişiğinde bulunan, camiden daha evvele tarihlenen İplikçi Medresesi’nde dersler vermiş. Ancak yapı günümüze ulaşamamış.

Mevlâna caddesi üzerinde bulunan ve Şems-i Tebrizi türbesine giderken önünden geçilen bir camidir. Biz de dışından fotoğrafladık.

7. Şems-i Tebrizi Türbesi ve Mescidi

Mevlâna Celaleddin Rûmi’nin hayatında en önemli değişim Şems-i Tebrizi (1185-1248) ile karşılaşmasıyla başlar. Şems, Mevlâna’nın hayatında yeni ufukların açılmasını sağlamış, onun kâmil bir insan olma yolculuğunda yoldaşı olmuştur.

Alaaddin Tepesi’nin doğusunda, geniş bir park içinde bulunan Şems-i Tebrizi Türbe ve Mescidi birbirine bitişiktir.

Türbe, klasik Selçuklu kümbetleri tipindedir. Kubbenin altında büyük bir sanduka mevcut olup burada Şems-i Tebrizi’nin naaşının olduğu kabul edilmektedir.

8. Sırçalı Medrese 

Sırçalı Medrese, 1242 yılında II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Bedreddin Muslih tarafından fıkıh ilmi okutulmak üzere yaptırılmıştır. “Açık Avlulu Medrese” tipinde inşa edilen yapının ana eyvanın sağında ve solunda kubbeli birer oda vardır. Bunlar klasik kışlık dershanelerdir.

Yapının en süslü ve gösterişli yeri olan ana eyvan bugün oldukça sağlam durumda.

Sırçalı Medrese çinileri çini sanatı bakımından kıymetlidir. Zaten çinilerinin zenginliği ve çeşitliliğinden dolayı yapı “Sırçalı Medrese” adıyla ünlenmiş.

Sırçalı Medrese’nin üst katı halen Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce kullanılıyormuş. Alt kattaki bir bölümde de vakfiyesine uygun olarak “Fıkıh Sohbetleri” gerçekleştiriliyormuş.

9. Sahip Ata Cami ve Külliyesi

Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali; Selçukluların yıkılış dönemine tanıklık etmiş büyük devlet adamıdır. “Devletin Dayanağı” ünvanı ile anılacak kadar başarılı olan vezirin yaptırdığı eserler halk arasında “hayırların babası” olarak da anılmasına neden olmuş.

Eserlerinin başında da günümüzde müze olarak kullanılan Sahip Ata Cami ve Külliyesi bulunuyor. 1259-1283 yıllarında inşa edilmiş. 

Girişte taç bir kapı ve bir minaresi bulunuyor. Taç kapının diğer yanında bulunan ikinci minaresi 1800’lerde yıldırım düşmesi nedeni ile yıkılmış.

Gösterişli taç kapı; taş, mermer, çini ve sırlı tuğla ile bezeli.

Cami içinde 12 ahşap sütun bulunuyor. Lacivert, turkuaz bir mihraba sahip.

Külliye; cami, türbe, medrese ve hamamdan oluşmaktadır.

Caminin mihrap duvarına bitişik inşa edilmiş türbede Sahip Ata, eşi ve çocuklarının kabirleri bulunuyor.

Restorasyonda olan külliyeyi ancak bu kadar fotoğraflayabildik.

10. Aziziye Cami

Kesme taştan yapılan cami, son dönem Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerindendir. Yerindeki 1671-1676 yılları arasında Şeyh Ahmed eliyle yaptırılan cami yandığı için 1867’de Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan adına yeniden yaptırılmıştır. Türk Baroku üslubunda yapılan, pencereleri kapılarından daha büyük olan caminin 6 mermer sütuna oturan üç kubbeli son cemaat yerinin iki ucunda kaideleri şadırvanlı, üzeri kubbe ile örtülü iki şirin ve dikkat çekici minare bulunur.

Bu camiyi çok beğeniyorum ve Konya’ya her geldiğimde muhakkak tekrar görüp geziyorum.

11. Mevlâna Müzesi

Ziyaret sebebimize geliyoruz.

Otelimizden Mevlâna Müzesi (2012 yılı gezimizden)

Bugün müze olarak kullanılmakta olan Mevlâna Dergâhı’nın yeri, Selçuklu Sarayı’nın “Gül Bahçesi” iken bahçe Sultan Alaaddin Keykubad tarafından Mevlâna’nın babası Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled’e hediye edilmiş.

Sultanü’l-Ulema 1231 tarihinde vefat edince türbedeki bugünkü yerine defnedilmiş. Bu defin gül bahçesine yapılan ilk defindir. Sultanü’l-Ulema’nın ölümünden sonra kendisini sevenler Mevlâna’ya müracaat ederek babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırmak istediklerini söylemişlerse de Mevlâna “gök kubbeden daha iyi türbe mi olur” diyerek bu isteği reddetmiştir.

Ancak kendisi 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled, Mevlâna’nın mezarı üzerine türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiştir.

Dört sütun (fil ayağı) üzerinde yükselen, güney cephesi kapalı diğer üç tarafı açık olan türbe, geleneğe uygun olarak mezar odası, gövde ve külah kısımlarından oluşur.

Türbe zamanla değişikliğe uğrar.  Bugün “Kubbe-i Hadra” (Yeşil Kubbe) denilen Konya’nın simgesi olan on altı dilimli turkuaz yeşili kubbeyi 1396 yılında Karamanoğlu Ali Bey yaptırır. Gövde ile külah arasında, gövdeyi çepeçevre saran bir şerit halinde lacivert zemin üzerine beyaz sülüs hattı ile Ayete’l-Kürsi yazılıdır.

Yani türbe Selçuklular, kubbe ise Karamanoğlu Beyliği tarafından yapılmış.

Bu tarihten sonra Osmanlılar Döneminde 19. yüzyılın sonuna kadar yapıdaki restorasyon ve eklemeler devam etmiştir.

Tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunu ile bir-iki sene kapalı kalan Mevlâna Türbesi 1926 yılında “Konya Asar-ı Atika Müzesi” (Konya Eski Eserler Müzesi) adı altında müze olarak hizmete açılmıştır.

1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı “Mevlâna Müzesi” olarak değiştirilmiş.

Mevlâna Müzesi’ni gezelim şimdi.

Mevlâna Müzesi’nin 4 kapısı bulunuyor.

Dervişan Kapısı

Mevlâna Müzesi’nin meydana açılan batı yöndeki cümle giriş kapısıdır. Mevlevî dervişleri bu kapıyı kullandıkları için bu isimle anılmıştır.

Kapı kemerinin üzerine Dedegan Hücreleri ve Dervişan Kapısının Sultan III. Murad tarafından yaptırıldığını gösteren inşa kitabesi ile daha sonra onarımı gerçekleştiren ve Adlî mahlasıyla şiirler yazan Sultan II. Mahmud’un tuğrası konulmuştur.

Çelebi Kapısı (Çelebiyan Kapısı)

Dergâhın kuzey kapısıdır. Çelebi Evine ve Çelebilerin ikamet ettiği mahalleye açıldığı ve Çelebi Efendilerce kullandığı için Çelebi Kapısı olarak adlandırılmıştır. (Mevlevî soyundan gelen erkeklere Çelebi deniliyor.) Kapı kemeri üzerinde onarımı yaptıran Sultan II. Mahmud’un tuğrası yer almaktadır.

Hamuşan Kapısı (Susmuşlar Kapısı)

Dergâhın güneyinde Üçler Mezarlığı’na bakan kapısıdır. Osmanlı Sultanı II. Mahmud tarafından yaptırılan söveleri gök mermerden, sundurması ahşaptan yapılan kapının üzerinde Sultanın Adlî imzalı mermerden yapılmış tuğrası mevcuttur. Bu kapı, hem Dergâhta görevli olanların Hakk’a vuslatlarından sonra ebedi istirahatgâhlarına uğurlandığı, hem de ziyaret kastıyla hamuşana geçişi sağlayan kapı olduğu için bu adla anılmış.

Pir Kapısı (Küstahan Kapısı)

Dergâhın doğusunda Gül Bahçesi’ne açılan kapıdır. Davranışları sebebiyle ihtar ve ikaz edilen, nihayet dergâhtan uzaklaştırılması gereken kişilere akşamdan sonra bu kapıdan yol verildiği için Küstahan Kapısı olarak isimlendirilmiştir.

Resim

@tarihikonya sitesinden aldığım plan

Müzedeki Yapılar

Müze bahçesi içerisinde Hz. Mevlâna’nın Türbesi, Semahane, Mescit, Derviş Hücreleri, Mutfak, Meydan-ı Şerif Odası, Çelebi Dairesi, Şadırvan, Selsebil, Şeb-i Arus Havuzu, Hürrem Paşa, Sinan Paşa, Hasan Paşa, Fatma Hatun, Mehmet Bey ile Eflaki Dede’nin türbeleri yer almaktadır.

Müzeye Giriş

Müzenin avlusuna “Dervişan Kapısı”ndan girilir. Avlunun kuzey ve batı yönü boyunca derviş hücreleri yer almaktadır. Kapıdan girince iki tarafı derviş hücreleriyle çevrili bir koridorla geniş avluya geçilir.

Sağ taraf yani güney yönü, matbah (mutfak) ve Hürrem Paşa Türbesi’nden sonra, Üçler Mezarlığı’na açılan Hamuşan (Susmuşlar) Kapısı ile son bulur.

Avlunun doğusunda ise Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa türbeleri yanında semahane ve mescit bölümleri ile Mevlana ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana bina yer alır.

Şeb-i Arus Havuzu  

Derviş Hücrelerinin ve Matbah-ı Şerifin önünde yer alan altıgen planlı, mermerden yapılmış bir havuzdur. Havuzun suyu ejder başlı bir lüleden akar. Önceleri, Hz. Mevlâna’nın vefat yıldönümlerinde bu havuzun etrafında sema edildiği, bu sebeple “Şeb-i Arus Havuzu” dendiği rivayet edilir.

Selsebil

Kuzey taraftaki Derviş hücrelerinin ön kısmında bulunan ve adını cennet çeşmelerinden alan Selsebil, Said Hemdem Çelebi (1814-1859) tarafından yaptırılmıştır.

Selsebilde, aynalığındaki çanakçıkların yukarıdan aşağıya 1-2-3-2 1 tertibiyle sıralanması, bir noktadan çıkan suyun, lüleler marifetiyle çanaklara dağıldıktan sonra tekrar büyük bir çanakta toplanması suretiyle vahdet-kesret-vahdet (birlik-çokluk-birlik) olgusu vurgulanmaktadır.

Şadırvan

Bahçe giriş avlusunun ortasında yer alan  16 dilimli Dergâh Şadırvanı 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır seferi dönüşünde yaptırılır. Şadırvanın suyu Çayırbağı (Meram) mevkiinden getirilerek Mevlevîhane’ye vakfedilmiş, getirilen su hem dergâhta kullanılmış hem de civar mahalle sakinlerine dağıtılmıştır.

Türbe Girişi

Tilavet Odası kapısının önünde mermer şebeke ile çevrili küçük bir avludan Bâb-ı Şerif ile müzenin iç kısmına girilir. Mermer söveli, basık kemerli bu kapının üzerinde bitki motifleri bulunan kanatları, ahşaptan kündekari tekniğiyle yapılmıştır.

Aynalığında Sultan Veled’e ait “Ey talib, öğüdümü canla başla kabul et. Doğruların eşiğine baş koy” anlamındaki beyit bulunmaktadır.

Tilavet Odası

Hz. Mevlâna’nın türbesinin bulunduğu “Huzur-ı Pir” bölümüne geçişi sağlayan bir mekan olup, dergâhların açık olduğu dönemde sabah namazından sonra Kur’an-ı Kerim okunduğu için “Tilavet Odası” olarak adlandırılır. Tilavet Arapça bir kelime olup, Kur’an-ı Kerim’i güzel sesle ve usulüne uygun olarak okuma anlamına gelir. Odanın kubbesi kalem işi ve hat sanatı örnekleriyle bezelidir. Osmanlı döneminin meşhur hattatlarının levhaları sergilenmektedir.

Odanın akustiği de iyidir.

Gümüş Kapı

Tilavet Odasından Huzur-ı Pir’e geçişi sağlayan kapıdır. Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu Vezir Hasan Paşa tarafından 1599’da hediye edilmiştir. Cevizden yapılmış iki kanatlı kapının üzeri gümüş levhalar ile kaplanmıştır.

Hat ve tezyinat ile bezelidir.

Gümüş kapının üstünde Hattat Mehmed Sadık  tarafından altın varakla yazılmış “Ya Hazret-i Mevlâna” levhası, bunun altında Molla Cami’nin, Hz. Mevlâna’nın türbesini ziyaret ederken söylediği:

“Bu makam âşıkların kabesi oldu. Buraya noksan gelen tamamlandı” beytinin yazılı olduğu levha bulunur.

Daha altta Mevlâna Dergâhında çok sayıda onarımlar yaptıran Sultan II. Mahmud’un altın varaklı tuğrası yer almaktadır.

Huzur-ı Pir

Huzur-ı Pir; Gümüş kapıdan Hz. Mevlâna’nın türbesine kadar uzanan koridorun güney ve doğu kısmında yer alan Hz. Mevlâna’nın ailesi ile Mevlevî büyüklerinin mezarlarının bulunduğu Kıbabü’l- Aktab (Kutupların Kubbeleri), Post Kubbesi, solda yani kuzey cephede aileyle birlikte Konya’ya gelen Horasan erenlerinin sandukaları ve külliyenin ilk yapısı olan Kubbe-i Hadra’dan meydana gelen alanın tamamına verilen isimdir.

Kıbabü’l Aktab (Kutupların Kubbeleri) 

Salonun doğusu ve güneyi; Kıbabü’l Aktab denilen, Mevlâna’nın, soyundan gelenlerin ve Mevlevî büyüklerinin mezarlarının bulunduğu yaklaşık 65 mezarla çevrelenir.

Bu kısmın duvarları kalem işi ve yazılarla bezenmiştir.

Doğu-batı yönünde uzanan mezar sandukalarının bulunduğu üzeri kubbelerle örtülü kısım boydan boya, Sultan II. Mahmud döneminde yaptırılan demir parmaklıkla ayrılmıştır.

Burada iki mihrap bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Çelebi Hüsameddin’in sandukası önüne isabet eden sütunun kuzey yüzüne gri ve ak mermer kullanılarak yapılmıştır. İki yanına dilimli sütunçeler yapılan mihrabın ak mermer yerleştirilen alınlığına celi sülüs hattı ile Al-i İmran suresinin 97. ayet-i kerimesinin: “Oraya giren emniyette olur” bölümü yazılmıştır.

Biraz ilerisindeki ikinci mihrab da Kubbe-i Hadra’nın kuzeybatı köşesindeki fil ayağının kuzey yüzünün içine oyularak yapılmıştır. Mihrabın hemen üzerindeki mihrabiyelikte “Kelime-i Tevhid”, onun üzerinde ise müsenna (aynalı) Allah lafzı yer almaktadır.

Niyaz Penceresi
Hz. Mevlâna’nın türbesi ile birlikte soyundan gelenlerin ve Mevlevî büyüklerinin mezarlarını görecek biçimde dergâhın güney duvarına açılmış penceredir. Türbeye girilmeden gerçekleştirilen ziyaretlerde dua bu pencereden okunur, bu pencerenin önünden niyazda bulunulurdu. Pencerenin çini işlemeli kemeri üzerine
kalem işi büyük bir Mevlevî sikkesi resmedilmiş, sikkenin üzerine hat ile Hz. Mevlâna’nın bir rubâisi yazılmıştır.

Mevlevî kaynaklarında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine giderken bu pencerede dua ettiği söylenir.

Atatürk’ün, 1931 yılında müze ziyaretinde bu penceredeki yazı dikkatini çekmiş ve yanında bulunan Hasan Ali Yücel’e okumasını ve tercüme etmesini söylemiştir. Farsçayı çok iyi bilen Hasan Ali Yücel, rubâiyi okumuş ve Türkçeye şöyle çevirmiştir:

“Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu Sen (Allah). Garip aşıklar, senin kapından başka bir kapıya yol bulamasınlar diye öteki bütün kapılar kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmıştır.”

Atatürk, tercümeyi dikkatle dinledikten sonra, son cümle üzerinde durmuş, şöyle demiştir:

“Demek bütün kapılar kapandığı halde, bu kapı açık oluyor. Doğrusu ben, 1923 yılında burayı ziyaretim sırasında, bu Dergâhı kapatmayalım, müze olarak halkın ziyaretine açalım diye düşünmüş, bir yıl sonra Dergah ve Tekkelerin Kapatılması Kanunu çıkar çıkmaz İsmet Paşa’ya Mevlâna Dergâhı ve Türbesi’ni kendi eşyası ile müze haline getiriniz demiştim. Görüyorum ki şu okunan şiirin hükmünü yerine getirmişim. Bakınız ne güzel müze oldu burası.”

Hz. Mevlâna Türbesi

Yeşil kubbenin tam altında, dört fil ayağının ortasında Mevlâna’nın ve oğlu Sultan Veled’in iki sarıklı mezarları yer almaktadır. Arkada bulunan tek sarıklı sanduka ise Mevlâna’nın babası Muhammed Bahaeddin Veled’e aittir.

Halen Mevlâna’nın babası Bahaeddin Veled’in mezarı üzerinde bulunan ve bazı kişilerin “oğlu gelince babası ayağa kalkmış” dedikleri ahşap sanduka ise, bir Selçuklu şaheseri olup, 1274 yılında Mevlâna için yaptırılmıştır. Sandukanın yüzeyi geometrik ve bitkisel motifler ile Mesnevi ve Divan-ı Kebirden alınmış beyitlerden oluşan yazı kuşakları ile bezenmiştir.

Kanuni, Mevlâna ve oğlu Sultan Veled’in mezarları üzerine 1565 yılında yeni bir mermer sanduka yaptırınca, ahşap sanduka buradan kaldırılmış ve sandukası olmayan Mevlâna’nın babasının mezarının üzerine konulmuştur.

Hz. Mevlâna’nın sandukasının üzerini örten kubbenin içi yıldız tonozludur. Türbenin muhteşem nakışları, Sultan II. Bayezid devrinde Halepli Mevlevî Abdurrahman’a yaptırılmış. Sekiz köşeli yıldız tonoz, duvarlar ve kubbe ayaklarının her tarafı hatlar, geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş.

Sandukaların üzerinde yer alan, altın sırma tellerle işlenmiş deri üzerine atlas kumaştan yapılmış puşide ise Sultan II. Abdülhamid tarafından 1894 yılında yaptırılmıştır. Hz. Pir’in ayak ucuna gelen bölümüne bir önceki puşideyi yaptıran III. Selim tuğrası, onun altına da kendi ketebe kaydını koyar. Yani cihan sultanları Hz. Mevlâna’nın ayak ucunda huzurdadır.

Ancak bu sene (2023) gittiğimizde puşide sanırım değiştirilmişti.

Post Kubbesi

Hz. Mevlâna’nın türbesi ile semahane arasında küçük kubbeye denir. Kubbe-i Hadra’nın kuzey komşuluğunda yer alır.

Sandukanın ön tarafında 1597 yılında Maraş Beylerbeyi Mahmud Paşa tarafından yaptırılan Gümüş Kafes bulunmaktadır.

Gümüş Kafesin hemen altında yer alan ve 18. yüzyılda yaptırılan Gümüş Eşik iki basamaklıdır.

Post Kubbesi altında, Gümüş Kafes ve Gümüş Eşik bulunduğundan buraya “Pir’in Makamı” da denir.

Eski Türk geleneğine uygun olarak naaşlar yerin 4 metre altında bulunuyor.

Gümüş eşiğin altından buraya inen bir merdiven varmış. Ancak beton ve kurşunla kapatılmış. Bu konuyla ilgili ilginç bir efsane de var.

Horasan Erenlerinin Sandukaları

Gümüş kapıdan türbeye doğru ilerlerken solda kuzey cephede yüksek sette Horasan Erenleri’ne ait altı sanduka bulunur. Sandukaların ayak ucunda İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han tarafından 1327 yılında dergâha hediye edilen “Nisan Tası” bulunmaktadır.

Gümüş, bronz ve bakır karışımından yapılmış 43 kilogram ağırlığındaki tasın yüzeyi yazı kuşakları, hayvan ve insan figürleriyle süslenmiştir.

Semahane

Mevlâna Dergâhı’nın ana yapılarından biri olan Semahaneye Post Kubbesinin altından geçiliyor.

Âyin-i Şerifin icra edildiği Semahane, batısında bulunan Mescidle birlikte Sultan II. Selim tarafından yaptırılmıştır.

Mescid

Giriş kapısı ile avluya açılan, Çerağ kapısından türbeye, kuzey doğusundaki küçük kapıdan da Semahane’ye geçilen Mescid, Semahane ile birlikte Sultan II. Selim tarafından yaptırılmıştır.

Şeriat ve Tarikat sembolleri olan bu iki mekanın arasında alçak bir duvar bulunuyor.

Her iki mekanda; Mevlâna yakınları ve Mevlevîlere ait değerli eşyalar; yazma eserler, minyatürler, Sakal-ı Şerif, kandil, müzik aletleri, kıyafetler, ve değişik dönemlerde müzeye bağışlanmış materyaller sergileniyor.

Kubbesindeki bordür üzerinde tekrarlayan “Ey benim halime vakıf olan, sadece sana güvenir sana dayanırım” yazısı yer almaktadır.

Mescidin tek şerefeli bir minaresi de bulunuyor.

Mescidde namazları eda etmenin yanında ism-i celâl zikredilir ve mesnevî okunurdu.

Mescid, gerekli düzenlemeler yapılarak 2014 yılında yeniden ibadete açılmış.

Evet bir mola verip türbeye yakın Lokmahane Restoran’da yemeğimizi yiyoruz. Çok leziz yöresel yemekleri bulunan lokantanın çalışanları da bir o kadar ilgili.

Ardından otele gidip bir de doğum günü kutlaması yapıyoruz.

12. Âyin-i Şerif  (Mevlâna Kültür Merkezi)

Konya’ya gelmişken Ayini Şerif’e katılmamak olmaz.

Şimdi biraz da Şeb-i Arus ve sema ayinlerinden bahsedelim.

Şeb-i Arus (Farsça şeb: gece, Arapça arus: düğün)

Düğün gecesi anlamına gelen Şeb-i Arus Mevlâna Celaleddin-i Rûmi’nin vefat ettiği ve İlâhi Sevgiliye kavuşmasına (vuslat) işaret eden gecedir. Her yıl bu gecenin yıl dönümü olan 17 Aralık tarihlerine denk gelen hafta Konya’da “Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Törenleri” yapılmaktadır. Bu sene (2023’de) vuslatın 750. yıl dönümü anıldı.

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.”
Hz. Mevlâna

Sema

Mevlevîlik ile özdeşleşen sema; sözlükte işitmek manasındadır. Terim olarak musiki nağmelerini dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir.

Kainatta zerreden kürreye (atom molekülünden gezegen ve galaksilere) kadar her şey, sağdan sola doğru dönmektedir. Semazen de bir insan olarak bu dönüşe iştirak eder.

Yine sema, “Ölmeden evvel ölmek” anlamında sembol ve işaretlerle doludur.

Sema ve Kâinatın Hareketi (Hz. Mevlâna torunu Celaleddin B. Çelebi’den alıntı)

Sema; Türk tarihinin ananesinin, inançlarının bir parçası olup Hz. Mevlâna (1207-1273) ilhamıyla oluşmuş ve gelişmiştir. Kemâle doğru manevi bir yolculuğu (Miracı), bir gidiş-gelişi temsil eder…

Sema kulun hakikate yönelip, akılla-aşkla yücelip, nefsini terk ederek, Hak’ta yok oluşu ve olgunluğa ermiş, kâmil bir insan olarak tekrar kulluğa dönüşüdür. Bütün varlığa, bütün yaratılanlara yeni bir ruhla, sevgi için, hizmet için dönüşüdür.

Semazen hırkasını çıkarmakla, manen ebedi âleme, hakikate doğar, orada yol alır. Başında sikkesi; nefsinin mezar taşı, üstünde tennuresi; nefsinin kefenidir.

Kollarını çapraz bağlayarak görünüşte BİR rakamını temsil eden, böylece Allah’ın birliğini tasdik eden semazen, sema ederken kolları açık, sağ eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktığı sol eli yere dönüktür. Hakk’tan aldığı ihsanı, halka saçmasıdır. Sağdan sola kalbin etrafında dönerek, bütün insanları, bütün yaratılmışları, bütün kalbiyle sevgi ve aşkla kucaklayışıdır…

Sema töreni yedi bölümdür. Her bölümün ayrı bir manası vardır.

Birinci bölüm:

İlahî aşkı temsil eden Peygamber Efendimiz’i metheden bir “na’t” ile başlar. Buna “Na’t-ı Şerif” denilir. Peygamberimizi methetmek ondan evvelki bütün Peygamberleri ve hepsini yaratan Allah’ı methetmektir.

İkinci bölüm:

Bu methiyeden sonra bir kudüm darbesi duyulur. Bu vuruş Allah’ın kâinatı yaratışındaki “Kün=Ol” emrini temsil eder. (Kur’an-ı Kerim S. 36/A:82)

Üçüncü bölüm:

Her şeye can veren “Nefesi” nefhayı ilahiyyeyi temsil eden bir ney taksimi duyulur…

Dördüncü bölüm:

Sultan Veled devridir. Bu, semazenlerin birbirine üç kere selam vererek, bir peşrevle dairevi yürüyüşüdür. Şekilde gizli ruhun ruha selamıdır.

Beşinci bölüm:

Sema töreni 4 selamdır. Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak sembolik olarak hakikate doğar. Kollarını bağlayarak bir rakamını temsil eder. Böylece Allah’ın birliğine şehadet eder. Şeyh Efendi’nin elini öperek sema’ya girme izni alır. Sema başlar.

  1. Selam; insanın bilgiyle hakikate doğarak, Yüce Yaradan’ını ve kendi kulluğuna idrakidir..
  2. Selam; insanın yaratılıştaki nizamı, azameti müşahede ederek, Allah’ın kudreti karşısında hayranlık duymasıdır..
  3. Selam; insanın hayranlık ve minnet duygusunun “aşk”a dönüşmesiyle, aklın “aşk”a kurban oluşudur. Bu tam teslimiyettir. Allah’a vuslattır, sevgilide yok oluştur! Budizm’de en yüksek mertebe olan “Fenâfillâh”tır. Ancak İslâmit’te en yüksek mertebe kulluk mertebesidir. 
  4. Selam ise; insanın mânevi yolculuğunu tamamlayıp, kaderine razı olarak, yaratılıştaki vazifesine, kulluğuna dönüşüdür. Bu Selam’a Şeyh Efendi ve Semazen başı da iştirak eder.                             Bu noktada semazen, Âmene’r Resulü’deki (Kur’an-ı Kerim Bakara 2. ayet 285) Allah’a Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine… iman etmiş olmanın neşesi içindedir. İlahi emirlerin ve yaratılış sebeplerinin zevki ve idraki içindedir… Benliğini, egosunu mağlup etmiş Peygamber Efendimizin, “ölmeden önce ölünüz” ve Kur’an-ı Kerim’in Fecr s/27, son ayetlerindeki. “Ey emin ve mutmain olan nefis, sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön! Has kullarım zümresine gir! Onlarla beraber cennetime gir!” emirlerine uymuş ve neşesine gark olmuştur.

Altıncı bölüm:

Bilhassa “Meşrik de Allah’ındır, mağrib de. Hangi tarafa dönerseniz, Allah’ın yüzü oradadır. Çünkü Allah Vasi’dir, Ali’mdir.” (Bakara s.2 115.) ayetinin okunduğu Kur’an-ı Kerim tilâvetiyle devam eder.

Yedinci bölüm:

Sema töreni, bütün Peygamberlerin, şehitlerimizin ve bütün inananların ruhları için okunan bir fatiha ve  devletimizin selâmeti için bir dua ile son bulur.

Dedeler ve Dervişler Sema Mukabelesinden sonra, kimseyle konuşmadan, tefekkür (meditasyon) için sessizce hücrelerine çekilirler…

İkinci gün Konya’nın doğu taraflarına doğru gezimize devam ediyoruz.

13. Sultan Selim Cami

Mevlâna Müzesinin batı komşuluğunda bulunuyor. II. Sultan Selim’in Konya valiliği sırasında 1558 yılında yapımına başlanmış ve 1567 yılında tamamlanmıştır. Klasik Osmanlı mimarisinin Konya’daki en güzel örneklerinden biridir.

Plan itibari ile İstanbul’da bulunan Fatih Camisi’ne benzetiliyor. Caminin iç mekanı kalem işi ile bezenmiş.

Mevlâna Türbesinin güneyindeki Aslanlı Kışla caddesinden doğuya doğru ilerlerken Şehitlik Abidesi‘ni görüyoruz.

14. Konya İstiklal Harbi Şehitliği

Şehitliğin önünde tarihteki 16 Türk devletinin bayraklarının yer aldığı havuzlu yol.

Şehitlik; Çanakkale Harbi Cephesi, 1915 yılı sonrası Konya’nın durumu, İstiklal Harbi hazırlığı, harp ve savaşın kazanılmasından sonraki Konya ve köy hayatını anlatan bir kompozisyon ile düzenlenmiş.

15. Konya Panorama Müzesi

Aralık 2017’de açılan müze, İstanbul 1453 Panorama Müzesi’nden sonra 2. kubbeli panorama müzesi. Müzenin orta bölümde yer alan avlunun üzeri açık olarak tasarlanmış. Kapalı bölüm ise iki katlıdır.

“Müze Özendirme Yarışması”nda ödül almıştır.

Müze; Konya’da Mevlana’nın yaşadığı 13. yüzyıl dönemine ait bir panorama sunuyor.

Bu dönemde Anadolu Selçukluları’nın yaklaşık iki asır kadar başkenti olan Konya’nın; bilgin, sanatkar, şair ve ediplerin harman olduğu bir şehir olduğu anlatılmaktadır. Özellikle Moğol istilasından kaçıp Anadolu’ya sığınan Maveraünnehr, Horasan ve İranlı âlim, mutasavvıf, sanatkar ve tacirler, Konya’yı vatan edinmişlerdi. Başkent Konya, tacirler için güvenli ve refah düzeyi yüksek bir şehirdi. İpek Yolu üzerinde olması tacirlerin uğrak yeri olmasına sebep olmuştu. O dönemlerde Selçuklu Sultanları merkez ve civarına, kervanların güvenle dinlenebilmeleri ve konaklayabilmeleri için hanlar-kervansaraylar inşa ettirmişlerdi. Konya, bu devrin hatta bütün devirlerin en büyük mutasavvıfı sayılan Şeyhü’l-Ekber Muhiddin-i Arabi’nin Konya’ya gelmesi ve  vahdet-i vücut nazariyesini yaymasıyla tasavvufi açıdan gelişmişti.  Necmeddin Dâye, Sadreddin Konevi, Sühreverdi, Mevlâna ve ailesi sayesinde de oldukça kuvvetli ve parlak bir dönemi yaşamıştı.

Evet bu giriş bilgisinden sonra müzeyi gezmeye başlayalım.

Taç Kapı

Müzeye Selçuklu tarzında bir Taç Kapı ile giriş sağlanmaktadır.

Avlu

Avlu bölümünde Türkiye’de ve yurt dışında bulunan çok sayıdaki Mevlevihanelerden seçilmiş 19 tanesinin maketi bulunmaktadır.

Gelibolu Mevlevihanesi’nin mimarisi çok güzeldi. Çanakkale’ye gittiğimizde burayı nasıl görmeden dönmüşüz inanılır gibi değil.

Galeri Bölümü

Avludan kapalı bölüme geçişte bir kat aşağıya inerek Galeri Bölümü’ne geliniyor.

Bu bölüm; Hz. Mevlana’nın çocukluğundan vefatına kadar, hayatındaki önemli anların yağlı boya tablolar ile canlandırıldığı bölüm.

Mevlâna ailesinin Belh’den Konya’ya kadar olan göç yolunu gösteren bir harita da sergileniyor.

Ayrıca camekanlar içinde Hz. Mevlâna’nın Burhaneddin Tirmizi’den tasavvufi ilimleri tahsilini ve Şems Hazretleri ile halvetini anlatan heykeller bulunuyor.

Moğol İstilası Anında Hz. Mevlana’nın Duruşu ve Konya’nın Kurtuluşu Tablosu:

Moğollar, 1256’da Selçuklu ordusunu dağıtıp Konya’ya girmişlerdir. Ancak yüklü miktarda haraç aldıkları için fazla bir yıkım yapmamışlar. Bu arada korkan halk Mevlana’dan da dua istemiş.

Yeşil cübbesini giyinen Mevlâna bir kuşluk vakti yüksekçe bir yere gelmiş ve namaz kılmaya başlamış. Hz. Mevlana’yı gören komutan Baycu Noyan onun heybetinden etkilenmiş, kıyım yapmadan şehri terk etmişlerdir. Tabloda, şehri kuşatan Moğol ordusu, Komutan Baycu Noyan ve Hz. Mevlâna’nın bu anı canlandırılmış.

Panorama Bölümü

Ana galeriden merdivenlerle panorama alanına çıkılıyor.

Panorama, tamamı üç boyutlu olarak resmedilen tek bir kubbe ile örtülmüş. Resimlerde Konya’nın 13. yüzyıl mimari eserleri, bedesten, insan ilişkileri, kadın-erkek giyimleri, yaşam tarzları ve Mevlâna’nın ilk seması minyatür balmumu heykeller ile ziyaretçilere sunuluyor.

Bedestende Sema:

Mevlâna’nın gönlü coşmuş ve sema etmeye başlamıştır.

Müzede; Hz. Mevlâna’nın hoşgörüsü ile beraber Konya’da tüm din mensuplarının kardeşçe yaşadıkları vurgulanmaktadır.

16. Konya Tropikal Kelebek Bahçesi

Konya’nın yaklaşık 10 km kuzeyinde bulunuyor.

Kelebek Bahçesi; kelebeklerin pupa halinden ölümüne kadar her aşamasının yaşandığı üretim alanı, kapalı uçuş alanı, açık uçuş alanı ve kelebek müzesi olmak üzere 4 bölümden oluşuyor. Vadi içerisinde 270 bin metrekare yeşil alan, 105 bin metrekare sert alan ve 10 bin metrekare havuz alanı bulunuyor.

İzmir’e dönme vakti geldi.

Yine yeniden buluşma ümidi ile…

 

0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir