Venedik

2014 – 2018 – 2022 İtalya Gezilerimden

Venedikliler Hakkında

İtalya yarımadası, Romalılar’ın çöküşünün ardından asırlarca bir birlik sağlayamadı. Burada yer alan şehirler uzun bir süre bağımsız şehir devletleri olarak varlık gösterdiler.

Venedik Cumhuriyeti bunlardan biriydi. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra 697 yılında Cermen istilalarından kaçan insanlar tarafından kuruldu. Bu insanlar ana karadan, ulaşılması zor ve savunması kolay olan bu lagünler bölgesine kaçtılar. Cumhuriyetleri, o zamandan 1797’ye kadar bin yıldan fazla sürdü. 1866 yılında da ilk defa olarak İtalya’nın bir parçası haline geldi.

Başlangıçta devlet Bizans İmparatorluğu’nun etkisi altındayken, yavaş yavaş bağımsız hale geldi. Venedik Cumhuriyeti, bir tüccar ve aristokrat oligarşisi tarafından yönetiliyordu. Dük; en önemli siyasi varlıktı ve Venedik Büyük Konseyi üyeleri tarafından ömür boyu seçilirdi.

Bağımsızlığı nedeniyle Venedik, Ortaçağ ve Rönesans döneminde önemli bir kültürel ve entelektüel merkezdi. Şehir, Avrupa’nın diğer merkezleri gibi Katolik Kilisesi’nin kontrolüne girmedi. Bilim adamı ve sanatçılar için daha fazla özgürlük sağladı.

Yüzyıllar boyunca, Venedik Cumhuriyeti, Asya’dan Afrika’ya kadar Akdeniz’deki ticaret yollarına hakim oldu ve zenginleşti. Asya’dan gelen tüm ticari malları Kostantinopolis’ten (İstanbul) Avrupa’ya taşımışlardır.

Doğu ile kurdukları bu yakın ilişki sebebi ile bizim tarihimizde de hatırı sayılır bir yer edindiler.

Venedikliler bir ticaret kolonisi olarak İstanbul’a Bizans İmparatorluğu zamanında yerleşmişlerdir.

Ticari başarı ile birlikte Venedik, bölgeleri kuzey İtalya’dan Yunanistan’a yayılan önde gelen bir askeri güçtü.

Bir zamanlar Venedik’e ait olan topraklar şimdi yedi farklı ülkeye ait: İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Arnavutluk, Yunanistan ve Kıbrıs.

Kısa kısa notlar..

1271-1295 yılları arasında Venedikli tüccar Marco Polo ilk defa Avrupa’dan İpek Yolu’nu izleyerek Çin’e kadar ulaştı. Moğol kağanı Kubilay Han’ın huzuruna çıktı ve yolculuklarının öyküsünü bir kitap haline getirdi.

1348 yılında çıkan veba salgını Venedik’in nüfusunun üçte birinin yok etti.

Bir anlaşmanın neticesi olarak 72. Venedik Dükü Giovanni Mocenigo, ressam Gentile Bellini’yi Fatih’in tablosunu yapmak üzere İstanbul’a gönderdi.

Venedik

Lagünlerin içinde 118 ada, 170 kanal ve 400 köprü bulunuyor.

Ortasından Grand (Büyük) Kanal geçiyor.

San Marco Meydanı (Piazza San Marco)

Venedik’in sosyal, dini ve politik merkezi olan San Marco Meydanı; aynı zamanda Venedik’in en büyük ve ünlü meydanı. Meydan, bir manastır bahçesi olarak yapılmıştır fakat daha sonra şehrin dini ve politik merkezi haline gelmiştir. Etrafındaki tarihi binalar da meydanın şanına yakışan, şehrin simgesi durumunda binalar haliyle: San Marco Bazilikası, San Marco Çan Kulesi, Torre dell’Orologio, Dükalık Sarayı ve Procuratörlerin (savcıların) Ofisleri.

San Marco Bazilikası (St. Mark Bazilikası)

Hikayesi oldukça ilginç. 828 yılında, Venedik’ten iki tüccar iş için İskenderiye’ye gidiyor. Burada, Aziz Mark’ın mezarının bulunduğu mabedi ziyaret ediyorlar. Mabedin vali tarafından yıkılacağını öğrenince Aziz Mark’ın cesedini Venedik’e kaçırmayı planlıyorlar. Kaçırırken, Müslümanlar’ca haram olan ve teftiş edilmeyeceğini düşündükleri domuz eti sepetlerinin alt kısmına koyuyorlar. Buradan rahatlıkla gemiye biniyorlar ama denizde de güçlü bir fırtına onları bekliyor. Nihayet Venedik’e ulaşıyorlar. İlk 2 yıl boyunca Dükalık Sarayı içindeki bir şapelde geçici olarak tutuluyor.

832’de mezarı muhafaza için Dükler Sarayı’nın yanındaki ve onunla bağlantılı büyük bazilikayı inşa ediyorlar. Bazilika bir ayaklanma sırasında 976’da yanıyor. Şimdiki bazilika 11. yüzyıldan kalmadır. Gotik heykeller daha sonra ilave edilmiştir.

Bazilika önceleri Dükler için özel bir şapeldi. Daha sonra halka açılmıştır.

Venedik’in gücünün ve zenginliğinin bir simgesiydi. Zengin tasarımı ve yaldızlı mozaikleriyle bir zamanlar “Altın Kilise” (Chiesa d’Oro) olarak adlandırılıyordu.

Tasarımında Konstantinopolis’teki (İstanbul) Kutsal Havariler Kilisesi (Apostles Kilisesi) örnek alınmıştır. Fatih Cami bu kilisenin yıkıntıları üzerine kurulmuştur. Bazilikanın Bizans tarzı olması Venedikliler’in doğu ile ilişkilerinin göstergesidir. Venedik unsurları da eklenerek eşsiz bir kombinasyon oluşmuştur.

13. yüzyılın ilk yarısı içinde kilisenin girişi ve yapının ön cephesi inşa edildi. Mozaiklerin çoğu tamamlandı ve kubbeler, Gotik mimari tarzında yeniden inşa edilen Dükalık Sarayı’na uyum sağlaması açısından kurşunla kaplandı.

Batı Cephesi

İki katlı, 5 portallı (kapı) San Marco Bazilikası’nın ön cephesi Venedik Cumhuriyeti’nin yüzyıllarca egemen olduğu Doğu Akdeniz’in bir çok yerinden sağladığı değişik renk ve desende mermerler ile bezenmiş durumdadır.

Ortada en üstte San Marco heykeli, altındaki üçgen çatı alanında ise St. Mark’ı ve günümüzde hala Venedik’i temsil eden kanatlı St. Mark aslanı bulunuyor.

Ana Portal

Bazilika’nın Merkezi Portalı, bazilika mimarisinin yüzyıllar boyunca evrimini tasvir eden 3 kemerden oluşuyor. En içteki kemerde Bizans dönemini tasvir eden yeşillik kabartmaları vardır.

Orta kemer, Gotik ve Romanesk mimari çağını gösteren ayların ve erdemlerin alegorilerini resmetmiştir.

Son ve en dıştaki kemer Venedik’in Loncaları’nı temsil eder.

Portalın üzerinde en dıştaki kemerde Son Yargı’nın altın mozaiği 1836’da eklenmiş.

Ön yüzde kuzey (en soldaki) portal

Porta di Sant’Alipio’nun Mozaiği: Bu, bazilika dış cephesinde 13. yüzyıldan kalan tek mozaiktir. Altın rengi mozaik, San Marco’nun cesedinin bazilikaya getirilme hikayesini anlatıyor. Bu mozaikte, Gotik heykel süslemeleri eklenmeden önce 13. yüzyılın ortalarındaki Bazilikayı gösterir.

Ön cephede yer alan nişlere işlenmiş altın mozaikler cepheye ihtişam katan süslemelerdir.

Portalların üzerinde bir loca terası bulunuyor. Ortada da 4 tane at heykeli var.

Bunların hikayesi 1204’te İstanbul’daki Latin İstilası‘na dayanıyor. Bu dönemde Venedik Dükü olan Enrico Dandolo koyu bir Katolik’tir. Ortodoksluk’a şiddetle karşı olan Dandolo, IV. Haçlı seferinde Haçlı Orduları komutanı oluyor. Konstantinopolis’e ve Ortodoks Patrikhanesi’ne nefret besleyen Dük, bu sefer sırasında hem dini hem de mali nedenlerle İstanbul’u işgal ediyor ve yakıp yıkıyor. Şehrinin en değerli eserlerine el konulup ve Venedik’e götürülüyor. Bunlardan en bilineni ise, orjinalde Sultanahmet’te  Büyük Kostantinopolos Sarayı’nın yanındaki Kostantinopolos Hipodromu’nda (At Meydanı) bulunan dört muhteşem bronz atlı heykelidir.  1797’de ise Napolyon onları Paris’e götürüyor, ancak 1815’te atlar Venedik’e dönüyor.

Bazilikanın terasında kopyaları bulunan bu 4 atın orijinali ise bazilika içindeki müzede sergileniyor.

Bu arada Enrico Dandolo’nun mezarı, vasiyeti üzerine Ayasofya’nın ikinci katında bulunmaktadır. Venedikliler tarafından çok sevilen komutan İstanbul’daki Hristiyanlar’ca lanetle anılmıştır.

Güney Cephe

Güney cephesi, ziyaretçilerin Venedik’e tekneyle vardıklarında ilk gördükleri cephedir.

Mozaikler ve heykellerle süslenmiştir. 13. yüzyıldan kalma Bizans Mimarisi görülür. Meryem Ana mozaiği bulunmaktadır.

Dört Tetrarch Heykeli; güney cephesinde köşede bulunuyor. Roma’nın 4 ortak İmparatoru’nun 4. yüzyıldan kalma kırmızı granit heykel grubudur. Maalesef ki bu heykeller de IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’dan getirilmiş.  1960’lı yıllarda İstanbul Myrelaion Sarayı’nda (Bodrum Cami) yapılan kazılar sırasında küçük bir granit parçası bulunmuş ve bunun Dört Tetrarc’ın Heykeli’ne ait bir parça olduğu anlaşılmıştır.

Dört Tetrarchs portresi

(Wikiwand’dan alıntı). Resimde tabandaki eksik kısım görülüyor.

Kuzey cephe

Kuzey Cephe, Piazzetta Dei Leoncini’ye bakıyor ve Porta dei Fiori olarak da bilinen Çiçek Kapısı olarak anılıyor. İsa’nın Doğuşu tasviri bulunuyor.

Artık bazilikaya giriş yapabiliriz.

Yunan Haçı şeklinde tasarlanan bazilikanın duvarlar ve tavanlarını metrelerce kare yaldızlı mozaikler örter.

Haçın kollarının kesiştiği alanda inşa edilmiş 5 kubbesi bulunuyor. Büyük sütunlarla desteklenen kubbelerin her biri 13 metre çaplıdır ve  16 pencerelidir. Kubbeler de 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar uzanan muhteşem Bizans mozaikleri ile bezenmiştir. Her kubbe mozaiği belli konuları tasvir eder. Bizans mimarisinden o kadar etkilenmiş ki kendimizi Ayasofya’da hissettik.

San Marco Müzesi

Bazilikanın merdivenlerinden çıkınca müzeye giriyoruz. Buradaki en önemli eser bahsettiğimiz 4 bronz atlı heykeli. İçimiz yanarak seyrediyoruz.

Bazilika içinde tavan ve duvarlara bakarken zemine bakmayı da atlamamak lazım. Toprak tonlarında ve genellikle geometrik desenlerde zeminde nadiren hayvan ve çiçek desenleri de bulunuyor.

Zemini yapan sanatçıların, mozaikleri yapanlar gibi Konstantinopolis’ten veya Yunanistan’dan geldikleri düşünülmektedir.

Pala d’Oro: Bu altın ve çok miktarda değerli taş ile bezeli bir sunak. Yapımı 366 yıl sürmüş (976-1342).

Hazine bölümünde; 1204 yılında Kostantinopolis’ten yağmalanan bazı eserler ve antik Venedik eserleri bulunuyor. (Bu bölüme 2014 yılında girmiştim. Fotoğraflar o zamandan).

Bazilikanın; -bizim girmediğimiz- San Marco mezarı, Vaftizhane gibi bölümleri de bulunuyor.

Dükalık Sarayı (Palazzo Ducale, Doge’s Palace)

(2014’teki gelişimden fotoğraflar koydum.)

Venedik Cumhuriyeti’nin yüksek yetkilisi Dük’ün evi ve ülkenin yönetim merkezi idi.

İlk olarak 9. yüzyılda inşa edilmiş. Birkaç kez yakılıp tekrar yapılmış.

14. yüzyılda, şehrin yeni zenginliğine ve gücüne uygun büyük bir sarayın yapılmasına karar verilmiş. Rio di Palazzo’ya bakan doğu kanadı 1301-1340 arasında inşa edilmiş. Piazetta San Marco’ya bakan batı kanadının inşa edilmesi ise 110 yıl daha sürmüş ve 1450’de tamamlanmış.

1923 yılında müzeye dönüştürülmüş.

Mimarisi: Bir avlu etrafında inşa edilmiş ve zengin bir şekilde dekore edilmiş yapı; ardışık yeniden yapılanmalarında, baskın Gotik tarzın beraberinde Mağribi ve Rönesans mimarisinin de özelliklerini bir araya getirmiştir.

Sarayın mimarisinde alışılmışın dışında bir tarz var.

Alt katta sütunlu bir zemin bulunuyor.

İkinci katta, yüzeyi zarif kemerli, Mağribi tarzda 4 yapraklı kafes benzeri oyulmuş pembe Verona mermer desenleriyle bir loca katı. Adeta bir dantel görünümüne sahip.

Üçüncü katta ise, normalde zemin katta olması beklenen masif duvarlar mevcut. Burası da elmas desenli Bizans stili renkli taştan oluşuyor.

Yine, binanın zemin katının sütunlu ve açık oluşu, o zamandaki diğer birçok şehrin aksine sağlam bir kaleye ihtiyaç duymayan şehrin gücünün bir kanıtıdır.

Porta Della Carta (Kağıt Kapısı)

File:Venice - Doge's Palace - Porta della Carta.jpg - Wikimedia ...

(@wikimedia’dan alıntı)

Ana giriş kapısı olan Porta della Carta, Venedik vatandaşları tarafından okunmak üzere önemli duyuruların yayınlandığı yerdir. Bu nedenle “Kağıt Kapısı” denilmiştir. Gotik tarzdaki kapı; Saray ile Aziz Mark Bazilikası arasındaki bağlantıdır.

En üstte Adalet heykeli bulunur. Altında yuvarlak alanda St. Mark heykeli var.

Her iki taraftaki sütunların nişlerindeki heykellerle dört erdem temsil ediliyor. Kapının üstünde orta kısımda alegorik bir kabartma görülüyor. Dük Francesco Foscari (Saray inşaatı sırasında iktidardaki dük), Venedik’i temsil eden ve İncil’i tutan St. Mark’ın kanatlı aslanı karşısında diz çöküyor. Venedik Cumhuriyeti’nde bireyin devletin gücüne boyun eğdiğini gösteriyor. Mevcut heykel, Napolyon’un ordusu 1797’de Venedik’i işgal ettiğinde yok edilen orijinalinin 19 yüzyıldan kalma kopyasıdır.

Kapı doğrudan avlu’ya çıkıyor.

Avludan kare bir bina görünse de, sarayın üç kanadı bulunuyor. Dördüncü taraf, bitişikteki San Marco Basilikası tarafından oluşturuluyor.

Avlu, bir Rönesans şaheseri olarak kabul ediliyor.

Scala dei Giganti (Devlerin Merdiveni)

İç avluya girdikten sonra, Devlerin Merdiveni karşımıza çıkıyor. Merdiven başlarında Mars ve Neptün heykelleri bulunuyor. Dev ismi de Venedik’in kara ve deniz üzerindeki gücünü simgeleyen Mars ve Neptün’den geliyor.

Senatörler Avlusu

Merdivenin solunda, senatörlerin bir araya gelip önemli kararlar aldıkları alandır.

Bocca di Leona (Aslanın Ağzı)

Scala D’oro (Altın Merdiven)

Sansovino tarafından 1554-1558 yılları arasında inşa edilen ve Alessandro Vittoria’nın yaldızlı yapısıyla ikinci kata çıkan Altın Merdivenler. Üst kattaki Dük Konutları’nı ziyaret eden onur ve sulh hakimlerine görkemli bir giriş sağlamak için 29 yıllık bir sürede inşa edilmiş.

Düklerin Konutları

Doğu kanadın ikinci katında bulunuyorlar.

Sala degli Scarlett

En ayrıntılısı ve oyma tavanlı olan bu konuttur. Biri Titian’a ait olmak üzere (İki melek, Meryem ve çocuk) iki freskli lunette bulunuyor. 

Elçiler Salonu (Sala del Collegio)

Birçok kişi tarafından tüm sarayın en güzel odası olarak kabul edilen Sala del Collegio, kabinenin dük başkanlığında buluştuğu ve en önemli elçilerin ziyaretlerinin kabulünün yapıldığı yerdir.

Odada dükün tahtının üstünde Veronese’nin bir tablosu var. Tabloda Türklere karşı 1571’de Lepanto’da (İnebahtı Deniz Savaşı) elde edilen zafer anısına İsa’ya teşekkürlerini sunan Hristiyan deniz komutanı Sebastian Venier’in (daha sonra dük olmuştur) resmi bulunmaktadır.

Tavanda Venedik’in büyük ideallerini simgeleyen birkaç Veronese tablosu var.

Maggior Consiglio (Büyük Konsey Odası, On Konsey Odası)

İkinci kattaki konsey odası, Venedik’in yönetici elitinin buluştuğu yerdi. Palazzo Ducale’nin içindeki en büyük odadır ve sahile bakan güney cephesinin neredeyse tamamını kapsar. (54 x 25 metre). Çünkü konsey oturumdayken, bu odada oy kullanma hakkına sahip 1800 kadar vatandaşın konaklaması gerekiyordu.

Ahlar Köprüsü (Ponte dei Sospiri)

Sarayın bodrumunda mahkumların mahkemelerini beklerken kaldıkları hapishane hücreleri bulunuyordu.

Daha sonra Saray’ın doğu tarafında bulunan Büyük Kanal’ın bir kolu olan Rio di Palazzo’un diğer tarafına yeni hapishane yapılıyor. Saray’dan hapishaneye geçiş de bir köprü ile sağlanıyor. Hükümlülerin sarayın zindanlarından hapishaneye giderken dış dünyayı gördükleri son yer olan köprüde ah ettiklerinden dolayı bu isim verilmiş. Köprüden dışarının görünümü.

Dışarıdan Ahlar Köprüsü’nün görünümü

Torre dell Orologia (San Marco Saat Kulesi) 

1496-1499 yıllarında inşa edilen merkezi bir saat kulesi ve daha sonra eklenen daha alçak iki yan kanattan oluşuyor. Altındaki kemer Mercerie’e geçişi sağlar. Procuratie Vecchie’nin doğu ucuna bitişiktir.

Kulede Venedik’in simgesi kanatlı aslan ve üstteki terasta çanı çalan iki bronz insan heykeli bulunuyor.

Precuratie Vecchie (Savcılık Ofisleri)

San Marco Meydanı’nın kuzey, batı ve güney olmak üzere 3 tarafını çevreleyen binalardır.

Binaların en eskisi, sulh hakimlerinin ofislerini ve dairelerini barındırmak için 12. yüzyılda iki katlı bir yapı olarak inşa edilen kuzeydeki Procuratie Vecchie‘dir. Bina 16. yüzyılın başlarında yeniden inşa edilmiş ve genişletilmiştir.

Yine bu tarihlerde daha fazla ofis alanı sağlamak için Procuratie Nuove inşa edildi. Günümüzde kütüphaneler, Correr Müzesi ve 1720’de açılan Caffe Florian’a ev sahipliği yapıyor.

Bugün, tarihi kahvehaneler ve modern mağazalar birinci kat salonlarının içindedir.

St Mark Campanile (San Marco Çan Kulesi)

St Mark Bazilikası’nın çan kulesidir. 98 metre yüksekliğindeki bu kule, Piazza San Marco’nun bir köşesinde yer almaktadır ve şehrin en tanınmış sembollerinden biridir. İlk olarak 10. yüzyılda yapılmış ancak 1902 yılında kendi üzerine çökmüş. Mümkün olduğunca orijinal taşları kullanılarak yeniden inşa edilmiş.

Sansovino Sundurması (Loggetta del Sansovino)

Çan Kulesi’nin bitişiğinde yer alır. Jacopo Sansovino tarafından 1538-1546 yılları arasında Rönesans tarzında inşa edilmiştir. Dükalık Sarayı’nın en önemli girişi olan Porta della Carta’nın hemen önündeki konumu nedeniyle Loggetta, Büyük Konsey toplantıları sırasında toplanan soylulara güvenlik sağlamak için 1569’dan itibaren bir nöbet yeri olarak kullanıldı.

1902 yılında çan kulesinin yıkılmasıyla büyük ölçüde tahrip oldu. Yaklaşık yarısı orijinal kalan malzeme ile tekrar inşa edildi.

Dış yüzde 4 tane bronz heykel görülüyor. Bunlar, Sansovino tarafından, Cumhuriyet’i yüceltmek ve içsel erdemleri kamusal alanda yüceltmek amacıyla tasarlanan alegorik bir temelde tasarlandı.

Bilgelik tanrıçası Minerva; Venedik Senatosunda yer alan ve Cumhuriyet’i kuran atalarının eşsiz bilgeliğini temsil eder. (Kask giymiş ve  kalkan tutan Gorgoneion).

Apollon; Güneş (Sole) Tanrısı olarak, Cumhuriyet’in ve hükümetinin benzersizliğini temsil eder. Buna ek olarak, müzik tanrısı olarak, çeşitli konseyler ve sulh yargıçları arasında devletin istikrarını ve uzun ömürlülüğünü sağlayan mükemmel anayasal uyumu ifade eder. Loggetta’da delici güneş ışınlarının sembolü olarak bir titreme ve oklarla tasvir edilir. Bir zamanlar sol elinde olan lir şimdi kayıp.

Dil bilgisi tanrısı Merkür; Venedik’in akıllı ve ihtiyatlı kararlarının soylular tarafından etkili bir şekilde ifade edildiğinin altını çiziyor. Tanrı Argus’un kopmuş başı ayaklarının yanında gösterilir. Eskiden sağ elinde olan Caduceus (asa) şu anda kayıp.

Pax; Cumhuriyetin büyüklüğünü sağlayan barışı temsil eder. Tanrıça heykeli meşalesini ayaklarına dökülen zırh üzerinde söndürüyor.

Heykellerin üzerindeki kabartmalarda:

Solda; Girit (1205-1669) Venedik egemenliğinde idi. Girit ve babası Mount Aigaion, Jüpiter olarak sunulur. Minos adanın ilk kralı.

Merkezi kabartma, Venedik’i kılıç ve pullarla Adalet olarak gösterir.

Sağda; Kıbrıs (1489-1573) adanın yakınındaki sulardan doğan Venüs olarak gösterilmektedir.

Sansovino Kütüphanesi

Palladio’nun eseri olan kütüphane San Marco Meydanı’nın batı tarafında, Dükalık Sarayı’nın karşısında boylu boyunca uzanıyor. Altında kafeler var.

Kütüphane ve Dükalık Sarayı arasında deniz tarafında iki tane uzun sütun yer alıyor. Sütunlardan birinin üzerinde şehrin koruyucusu kabul edilen San Marco’nun Aslanı diğer sütunda ise San Marco’dan önceki koruyucu kabul edilen Bizans Kraliçesi Theodora’nın heykeli bulunuyor.

Vittorio Emanuele II Heykeli

San Marco Meydanı’na yakın Grand Kanal sahilindeki bu heykel 1861’de Birleşik İtalya’nın ilk Kralı Vittorio Emanuele II’ye ithaf edilmiştir. Anıtın her iki tarafında bir kadın ve kanatlı aslan vardır. Biri zincirlerini kemiren bir aslanla birlikte görünür. Diğeri kraliyet kıyafeti giymiş bir kadın ve pençeleri kitap üzerinde kükreyen bir aslan. Bu anıtın üstünde Emanuele II’nin atlı heykeli vardır.

Aziz John ve Paul Bazilikası (Santi Giovanni e Paolo)

Venedik’teki en büyük ve heybetli dini Ortaçağ yapılarından biridir. 14. yüzyıldan beri çok sayıda Venedik dükü ve diğer önemli karakterin burada gömülmesi nedeni ile “Venedik’in Panteonu” olarak kabul edilir.

John ve Paul Hastanesi

Kilisenin hemen yanındaki Rönesans Mimarisi’ne sahip tarihi bina hastane binası olarak kullanılmaktadır. 

Libreria Acqua Alta (Yükek Su Kitapçısı)

Kitapçının adı, şehrin sürekli yükselen sularıyla mücadele etme girişimi olan “yüksek su kitabevi” anlamına geliyor. İç kısımlarda, kitap, dergi ve haritalar, koruması için su geçirmez kutulara ve hatta gondollara konmuş.

Çok da güzel kanal manzarası bulunuyor.

Güzel havasını solumak için muhakkak gidilmeli.

San Giacomo Dall’orio Kilisesi

9. yüzyılda kurulan Venedik’in en eski kiliselerinden biridir. Kilisede değerli resimler de bulunmaktadır.

San Rocco Kilisesi

1478 yılında inşa edilmiştir. Vebaya karşı bir koruyucu olarak kabul edilen Aziz Saint Roch’a ithaf edilmiştir. Aziz’in mezarı bu kilisede bulunmaktadır.

Scuola Grande di San Rocco (Büyük San Rocco Okulu) 

Büyük San Rocco Okulu, 1478 yılında gönüllü bir kardeşlik olarak kuruldu. Venedik vatandaşlarından bir grup zenginin Hristiyan eserlerini geliştirmek için kurduğu bir örgüt.

Bina 1515-1560 yıllarında, San Rocca Kilisesi’nin yanında inşa edildi.

Bu sanat galerisine resim yapması için Tintoretto görevlendirilmiştir. Eski ve Yeni Ahit anlatılarından resimler yapmıştır.

Tiatro İtalia

Santa Lucia tren istasyonunu Venedik’teki Rialto Köprüsü’ne bağlayan işlek yol üzerinde bulunan bina 1915 yılında mimar Giovanni Sardi tarafından tipik Venedik Gotik tarzında inşa edilmiştir. İki katlıdır ve dört ferforje giriş kapısı bulunur. Üstte korkulukların ortasında Venedik kanatlı aslanı unutulmamış.

Önceleri İtalia Tiyatrosu iken önce sinemaya dönüştürüldü, sonra uzun yıllar kapalı kaldı. Ardından üniversite ofislerinin yeri oldu. Uzun bir restorasyondan sonra yakın zamanda yeniden açılmış ve bir süpermarkete dönüştürülmüştür.

Museo della Musica (Müzik Müzesi)

Daha önce San Maurizio Kilisesi olan bu tarihi müzede, İtalyan kültürünün büyüklüğüne katkıda bulunan sanatsal işlevlerden birine adanmış bir sergi bulunuyor: Telli çalgıların yapımı. Artemio Maestro Versari’nin “Antonio Vivaldi ve Onun Zamanı” koleksiyonu; 18. yüzyıl Venedik’in telli çalgı yapımının altın çağını anlatıyor. İtalyan müzik aleti yapım stüdyoları, tasarım ve yapımdaki farklılıklar ve müzik tarzının evrimi gösteriliyor. (Fotoğraflar 2014 gezimizden)

Artık Grand Kanal’da gezintiye çıkmanın zamanı geldi.

Grand Canal (Büyük Kanal)

Venedik’in şehirde dolaşan en büyük kanalı. Kanal boyunca eski saraylar, zengin tüccar ailelerine ait süslü binalar, müzeler, kiliseler bulunuyor.

San Giorgio Maggiore Kilisesi

Aynı ismi taşıyan ada üzerinde yer alan ve Andrea Palladio tarafından dizayn edilmiş bir bazilikadır. Kilisenin ön yüzü San Marco Meydanı’ndan görülür. Mavi lagün suları üzerinde Klasik Rönesans tarzında, zarif parlak beyaz bir silüete sahiptir. Kilise klasik mermer yüzü ve yoğun sütunlar üzerindeki büyük üçgen alınlığı ile kendisinden önce inşa edilmiş olanlara benzemez.

Buradaki ilk kilise  8-9. yüzyıla tarihlenir. Günümüzdeki kilise 1566-1610 yıllarında inşa edildi. Çan kulesi, ilk 1467 yılında yapıldı ve 1774 yılında çöktü. 1791 yılında ise yeniden inşa edildi.

Santa Maria della Salute Kilisesi

Büyük Kanal’ın girişinde Dorsoduro bölgesindeki katedral, genellikle Salute (sağlık) olarak adlandırılır. Venedik’i veba salgınından kurtarmak için 1681 yılında inşa edildi. Longhena’nın benzersiz Barok tasarımı ile kilise büyük bir kubbe ve sekizgen bir kilise mimarisine sahiptir. Spiraller üzerinde heykel figürleri bulunur. Venedik’in sembollerinden biridir.

Burada Titian, Tintoretto ve diğer ünlü sanatçıların resimleri de korunmaktadır.

Genovese Sarayı (Sina Centurion Otel)

Venedik’in en eski bölgesi olan Dorsoduro’da bulunan bina, 19. yüzyılda Neo-Gotik tarzda inşa edilmiş Genovese ailesinin Venedik konutu (Genovese Sarayı) iken restorasyon görerek 2009 yılında Sina Centurion Oteli olarak hizmet vermeye başladı.

Salviati Sarayı

Bina, 1903-1906 yılları arasında Salviati ailesinin cam ve mozaik dükkanı olarak inşa edildi. 1924 yılında binaya bir kat eklendi ve büyük bir mozaik tablo yerleştirildi. Cephe; ürünlerinin tanıtım ve teşhirini yapmaktaydı. İngiltere’de de tanınan Salviati’ler Murano cam işçiliğine yeni bir tarz getirmişlerdir.

Barbarigo Sarayı

Büyük Kanal’da gördüğüm en renkli, en göz alıcı saraylardan biri. 16. yüzyılda Rönesans Mimari tarzında inşa edilen binanın ön cephesi 1886’da Murano mozaikleriyle dekore edilmiştir. Palazzo Barbarigo, cam sanatı üreten lider Venedik şirketi olan Pauly ve C’nin merkezi haline geldiğinde, usta cam işçileri karmaşık mozaik tasarımları ile saray cephesini dekore etmişler.

Venedik Enstitüsü

Güzel Sanatlar Akademisi
Rezzonico Sarayı
1649 yılında Filippo Bon, geniş bir saray inşa ettirmeye karar verdi. Bu amaç için Venedik Barok stilinin önde isimlerinden Longhena’yı görevlendirdi. Maalesef, ne mimar ne de müşterisi sarayın tamamlandığını göremedi. Longhena 1682 yılında öldü. Filippo Bon parasal çöküşe uğradı.

Saray, 19. yüzyılda Cizvit Koleji haline geldi. Daha sonra birkaç kez el değiştirdi. Mobilyaları satıldı. 1936 yılında Halk Müzesi olarak açıldı. Üç katlı Barok tarzdaki mermer bina bugün Venedik’in en zarif müzelerinden biridir. Burada büyük saraylar için dizayn edilmiş objeler sergilenmektedir.

Foscari Sarayı

Yaklaşık 1452 yılında Venedik dükası Francesco Foscari tarafından Gotik stilde yaptırılmıştır. Sarayın dizaynının kendi zenginlik ve gücünü göstermesini istemiştir.

1854 yılında Venedik Belediyesince satın alınmış. 1859 yılında bir hastane olarak kullanılmış ve 19. yüzyıl Avusturya İmparatorluğu işgali döneminde askeri kışla olarak kullanılmıştır. Bugün Venedik Üniversitesi’ne ait olan yapı 1997 – 2005 yılları arasında bir restorasyon geçirmiş.

Rialto Köprüsü (Ponte di Rialto)

Büyük Kanal’da bulunan dört köprünün en güzel ve en eskisi. Bu kemer köprüsü San Polo ve San Marco’yu birbirine bağlar.

Gece görüntüsünü de koyalım. Her yerde yılbaşı öncesi ışıklandırmalar var.

Pesaro Sarayı

17. yüzyılda Venedik Barok stilinin en büyük mimarı Longhena’nın tasarladığı saray, asil ve zengin Pesaro ailesi için inşa edildi. Ancak Longhena’nın 1682’deki ölümü nedeni ile natamam kalan yapı Antonio Gaspari tarafından 1710’da tamamlandı. Orijinal ilk plana ne kadar sadık kalmaya çalışılsa da, binada çok sütun kullanımı, Longhena’nın daha şık Rezzonica Sarayı ile zıtlık teşkil eder. Her şeye rağmen Venedik Barok sivil mimarisinin bir başyapıtıdır.

Saray, Pesaro ailesinin son bireyi de 1830’da vefat edince Gradenigo ailesine, ardından üniversite olarak kullanan Ermeni Mechitarist Babalara geçti. Sonra Bevilacqua ailesi tarafından satın alındı. Düşes Felicita Bevilacqua La Masa mülkünü modern sanata hediye edip kente bırakan kişidir.

Şu anda Uluslararası Modern Sanat Galerisi olarak kullanılmaktadır.

Türk Hanı (Fondaco Dei Turchi)

Venedik Cumhuriyeti, 1419 yılında yapılan bir ahitname ile kapılarını Türkler’e aralamış. İki devlet arasında karşılılık esasına dayanan ticari serbestlik, Çelebi Mehmet zamanında yürürlüğe girmiş, daha sonraları bu anlaşma onaylana onaylana sürüp gitmiş. Türkler, tüccar sıfatıyla İtalya’ya ilk kez 1571’lerde gelmişler.

O yıllarda Venedik dokuması, yünlü ve ipekli kumaşları Avrupa kadar, yakın doğuda da tutuluyordu. Osmanlı saray adamları da Venedik tezgahlarına özel siparişler veriyorlardı. Aralarında vezir ve beylerbeyi gibi yüksek mevkilerde bulunanlar, Venedik kumaşlarından dikilen elbiselere rağbet ediyorlar hatta padişahların bu konuda bizzat Venedik Dük’lerine mektup gönderdikleri oluyordu. Bunlardan biri, III. Murat’ın, Dük Pasquak Cicogna’ya 1589 tarihlerinde yazdığı mektuplardı. Elimizde olan bir mektup da, Sadrazam Rüstem Paşa’nın, 1546’da Dük Francesco Dona’ya yazdığı, Türk tüccarlarına gerekli ilginin gösterilmesi hakkında olanıdır.

Venedik’in en eski saraylarından birisi olan Türk Hanı 12-13. yüzyılda mimar Giacomo Palmier tarafından inşa edilmiş. 1381 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından satın alınmış ve Ferrara Dükü Niccolo II için tahsis edilmiştir.

Yapı daha sonraki dönemlerde şehri ziyaret eden ileri gelenler için de bir konaklama mekanı olmuştur. Özellikle 1621 yılından itibaren Türk tüccarların kullanmaya başlamasıyla Türk adıyla özdeşleşmiş ve Türk Hanı olarak adlandırılmaya başlamıştır. Funduk Arapça’da kervansaray, otel manasına gelmektedir. İtalyanca’ya “Fondaco” olarak dönüşmüştür.

Kıvrımlı bağlantıları ve ince sütunları ile Bizans mimarisinden ve Venedik Gotik mimarisinden özellikler barındırmaktadır. İki sıra kemerli cephesi bulunmaktadır. Türk tüccarların bu sarayı ticaret merkezi olarak kullanmaya başlamaları sonrasında, orada ikamet eden Türkler binaya bir cami ve hamam inşa etmişler ve sarayın mimarisini kısmen değiştirmişlerdir. 1838 yılında Türk Hanı kapatılmıştır.

19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan restorasyon çalışmaları esnasında sarayın üst kısmına kubbe biçimde eklemeler yapılmış, çatı görünümü değiştirilmiş ve iki yakasında kuleler yükseltilmiştir. Çeşitli müzelerin kullanımı için tahsis edilen bina son olarak 1923’ten beri Venedik Doğa Tarihi Müzesi (Museo di Storia Naturale di Venezia) olarak kullanılmaktadır.

San Simeone Piccolo Kilisesi

Demiryolu terminalinin karşısında bulunduğu için şehre gelenlerin ilk gördüğü yapılardandır.

Venedik’e birkaç fotoğrafla veda edelim.

 

0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir